A. Comte tarafından ortaya konulan pozitivizmin dilimizdeki karşılığı “olguculuk”tur.
Bu görüşe göre bilimsel teoriler dini fikirlerden daha anlamlıdır. Çünkü onlara göre bilimsel teoriler; gezegenler, kuşlar gibi gözlemlenebilir varlıklara gönderme yaparken, din; Allah, hakikat ve ahlâk gibi gözlemlenemez unsurlara gönderme yapar.
Yani bu yaklaşım kâinatı kabul eder, lâkin kâinatı yaratan Sani-i Zülcelâl’i kabul etmek istemez. Hâlbuki şu kâinattaki her şey O’nu gösteriyor. O’na işaret ediyor, O’na şahadet ediyor. Bütün bu şeylerin şehadeti nasıl tekzip edilebilir? Öyle ise bu yaklaşımı savunanlar bu kâinatı da inkâr etmelidirler. Âlem yok, memleket yok demeliler. Hatta ve hatta kendini de inkâr edip ortadan çıkmalılar yahut aklını başına almalılar .
Ancak bu yaklaşımı savunan Comte, işi bir adım ileriye götürmüş ve pozitivizmin bir insanlık dini olduğunu söylemiştir. Kurduğunu iddia ettiği bu dinin melekleri de kadınlardır. Bu da bize bu yaklaşımın deccaliyetin sac ayaklarından biri olduğunu göstermektedir. A. Comte, bu doğrultuda Rus Çarına ve Osmanlı Sadrazamı M. Reşit Paşa’ya da mektup yazarak onları bu dine dâvet etmiştir.
Bu yakın ilgi ne yazık ki çok geçmeden topraklarımızda karşılık bulmuş. 19. YY’da ortaya çıkan bu felsefî akımlar sür’atle tercümeler, süreli yayınlar vb. kanallar yoluyla vatanımıza girmiştir. Bu felsefî akımın tarihimizin ilk darbesini gerçekleştiren Hareket Ordusu üyeleri ve taraftarları tarafından yayılma alanı bulması da oldukça mânidardır. Zira bu grubun fikriyatını temsil eden kişilerden bazıları, Cumhuriyet dönemi inkılâpları ve uygulamalarında da etkili olan isimlerdir. Bu da cumhuriyet döneminde etkili olan felsefî akımların tesbiti açısından oldukça önemlidir.
İttihat ve Terakki ile başlayıp Cumhuriyet dönemi ile zirve yapan bu anlayış ‘gerici’ kavramanı gelenekçilerin üzerine yapıştırmıştır. Esasında bu görüş Comte’nin metafizik kavramını kullanmaya başlaması ve ardından yapmış olduğu insanlığın medeniyet sıralaması ile doğrudan ilintilidir. Ona göre insanlık üç hal yasasını geçirir.
Bunlar: Teolojik dönem yani bir yaratıcıyı kabul etme, metafizik dönem yani soyut ölçüt ve değerlerin olduğu dönem, en son dönem ise pozitif düşünme şeklidir. Bu dönemde (haşa) yaratıcı kavramı yoktur, din yoktur, bunun yerine olguların yasaları vardır! İlk iki dönem ise (haşa) ilkelliktir yani ‘gericilik’tir!
Bir diğer benzerlik Cumhuriyet döneminde hızla gelişen icraatlardır. İslâmî şeairlerin kaldırılması ve eğitimin materyalist-pozitivist bakış açısı ile dinden tamamen arındırılmış olarak yürürlüğe konması Comte’nin üç hal yasası ile doğrudan ilişkilidir. Zira bu dönemde bilimsellik ekseninde manevî değerler yok sayılmış, pozitivist bir hayat oluşturulmaya çalışılmıştır. Bütün bu saydıklarımıza delillerimiz ise; o dönemki gazetelerdir, dergilerdir ve ders kitaplarıdır.
Bu felsefi yaklaşım topraklarımızda var olduğundan beri gelenekçiler ve muhafazakârlar tarafından hep reddedilmiştir. Zaten çok geçmeden bilimsel gelişmeler pozitivist yaklaşımı çürütmüştür. Zira Kuantum Teorisi gibi teorilerin ortaya çıkışı, kuarkların keşfi gözlemlenemez unsurların da bilimin sınırları içine girmesine vesile olmuştur. Böylelikle sadece gözle gözlemlenen unsurlar bilimin konusudur anlayışı yıkılmıştır. Zaten “adem-i rü’yet adem-i vücuda delâlet etmez. (Yani) görünmemek, olmamaya hüccet olamaz.” (Sözler, 825).
Ne var ki Pozitivizmin hem akıl ve mantık hem de İslâmiyet’e göre asla kabul edilemeyeceği hususu apaçık ortadayken 1982’den sonra boyanmış hali ile hâlâ yürürlükte olması da ibretliktir. Yıllardır bu fikriyatla mücahade eden gelenekçilerin ve muhafakârların içinden bir kısmının bu boyanmış halini yutmaları ve kendince kılıf bulmaları da pek hazindir. Ne diyelim A. İzzetbegoviç’in dediği gibi ‘Savaş ölünce değil; düşmana benzeyince kaybedilir.” Buradan da anlaşılıyor ki günümüzde bir kısım muhafazakâr yahut muhafazakâr görünümlü kişiler marifetiyle en büyük hasım dost kabul ettirilmeye çalışılıyor. Hazar et! İki nutukla, bir vaatle batma!