Karanlık yılların mukaddimesidir 1900’lü yıllar... Nice dimağlar bu asrın ilk çeyreğinde bitap hale düşmüş, bir kurtuluş reçetesi aramıştır.
İşte Risale-i Nur, böyle bir asırda zamanın fehmine uygun olarak reçete hükmünde Kur’ân eczanesinden almış olduğu ilaçları sunmuş ve susamış gönüllere ab-ı hayat olmuştur.
Mimsiz medeniyetin ehl-i imanın kalbine verdiği ızdırabı izale etmiş, ümitsizliğe düşmek üzere olan bir nesil de dört elle bu eserlere sarılmıştır. Bilhassa Isparta civarı bunun en mühim örneğini teşkil eder. Mesela, Barla Lahikası’nda geçen bir mektupta Hulis-i Sani Sabri, mukaddesat-ı diniyeye, ehli dalâletin icra etmekte oldukları hücumlarla, ruhunda açılan cerihaların teelümatıyla müteellim olduğu bir anda Risale-i Nur’un bir mektubunun derdine derman olduğunu ifade ederek bu hakikatler karşısında da şu duayı etmiştir:
“Kur’ân-ı Azimüşşan’ın daire-i nuriyesinde mes’udane ila-i kelimetullah etmeyi göstermeden (beni) hayat-ı bakiye âlemine götürme Allah’ım.” (Barla Lahikası, s:179).
Duanın hakkını veren bu isimler daha sonra tarihe Isparta Kahramanları olarak geçmiştir.
Bunun bilincinde olmak ve her daim Nurlara çalışmak. Her biri köylü, asker ya da memur olan bu kişiler hiçbir zaman Risale-i Nur hizmetini ikinci plana bırakmamışlardır. Son zamanların modası olan ‘yorulmak’ ve bu gerekçe ile geri çekilmek onlar için nefsi istek olmaktan öteye geçmemiştir.
Hüsrev abinin bu konudaki veciz mektubundan bir pasaj bunun bariz göstergesidir:
“Evet, bazen yoruluyorum. Fakat yorgunluktan istirahati arzu eden nefsimi, ruhum vazifeye davet ediyor ve belki bugünkü sa’yim keferetüzzunup olur.” (Barla Lahikası, s:177) diyorum.
Yine Barla Lahikası’nda geçen bir mektupta anlıyoruz ki, o vazifenin kudsiyeti yorgunluğa değil; her şeye tercih edilir. Zira bu dava Resul-i Ekrem’in (asm) davasını sürdürmektir. Bu ise her şeyin fevkindedir.
Telebe isek derslerimizi, memur isek vazifemizi, tüccar isek ticaretimizi yapacağız. Ancak dünyevî meşgalemiz ne kadar fazla olursa olsun Risale-i Nur’a çalışmaya ve hizmete yine vakit bulmalı ve bulabilmeliyiz. Zira nasıl ki her gün ekmek ve suya ihtiyaç var. Aynen öyle de bunlardan daha fazla olarak Kur’ân ve iman hakikatlerinden manevî gıdalarımızı almaya muhtacız (Bkz. Gençlik Rehberi).
Az zahmetle büyük mükâfatın olduğu bu hizmette çalışma fırsatı bulmak bir lütuftur. Hem unutulmamalıdır ki hareket yoksa adem vardır. Bu yüzden çok küçük de olsa Risale-i Nur hizmetinin içinde bulunmak iktiza eder. Hem kim bilir belki de yorgunluğu bahane etmeden Risale-i Nur hizmetine bir gayret gösterip yapışmak, bir anlık ihlaslı amelin neticesi olarak kurtuluşa vesile olur. Zira Risale-i Nur, her an ve zamanda insanı nurlara gark ederek, Kur’an hakikatlerinin yoluna sevk ediyor.
Bugün belki gaflet ettiği için karanlık yılların geçtiği yahut azaldığı tevehhüm edilerek ya da ülfet peyda ettiği için bulunduğumuz hakikatin değeri tam idrak edilemeyebiliyor. Dört elle sarılmamız gereken hakikatleri çok cüz’i olarak yapışabiliyoruz. Hâlbuki iman ve küfür mücahedesi her daim devam ettiğinden bu düşünce bir yanılgıdır.
Kırk vefiyattan ancak birinin kurtulabildiği ve dünyevileşme cereyanın olabildiğine arttığı bir hengâmede edna bir amele olarak, yüz bin defa haddimizin fevkinde olan şu kutsi vazifeye bir dakika tayin edilmekliğimize bedel ömrümüzün geri kalan kısmında istirahat etmeden secdede geçirsek yine de tam mukabil olmayacaktır.
İşte Risale-i Nurları bu his ve duygularla okumak ve bu bilinçle yapışmak, kalplerimizi sevince gark etmek… Tüm bunları yaptıkça da şevk ve gayrete gelip daha çok çalışmak çalışmak çalışmak…