Hep hüzün mevsimi diye bilinir bu mevsim, ayrılıklarla dolu denir. Yaz ayında gülümseyen dünya, sonbaharda birden o yüzünü çevirir; bize kara bulutlu yüzünü gösterir. Neşeli mahlûkat birden gider ve kaybolur. İnsan sanki yalnız kalır bu dünyada, kendiyle baş başa. Ve bir gün kendisinin de diğer mahlûklar gibi bu dünyadan ayrılacağı gelir aklına. Burada gurbette olduğunu anlar, endişe duyar.
Bediüzzaman da bu haleti düşünmüş ve Şuâlar adlı eserindeki Dördüncü Şua olan Âyet-i Hasbiye Risalesi’nde: “Bir vakit ihtiyarlık, gurbet, hastalık, mağlûbiyet gibi vücudumu sarsan ârızalar bir gaflet zamanıma rast gelip, şiddetli alâkadar ve meftun olduğum vücudum, belki mahlûkatın vücudları ademe (yokluğa) gidiyor diye, elîm bir endişe verirken…”1 diye başlamıştır yazmaya.
Evet, ihtiyarlık da, hastalık da hatta başarısızlık da bu ruh halini netice verebilir. Ve sonbahar da…
Evet, sonbahar ayrılıkları hatıra getirir; sevdiklerimizin bu dünyadan ayrılması, güzel çiçeklerin solması, yaprakların dallarından vedası, aydınlık güneşin bulutlar arkasına geçip gökyüzünün kararması gibi. Sonbahar, bir gün bizim de bu dünyadan ayrılışımızı hatıra getirir, o günün muhakkak bir gün geleceğini…
Ayrılık acı verir insana. Sımsıkı bağlandığı sevdiklerinden ayrılmak, dünyadan ayrılmak ile elem duyar insan. Bu acıyı, bu karanlık ruh halini aydınlatacak bir nur olmalı lakin. Yoksa bu hisle insan nasıl yaşayacaktır?
Bediüzzaman böyle bir haletten kurtulabilmek için o nuru arar ve bulur: “…yine âyet-i Hasbiyeye ”(...)2 müracaat ettim. Dedi: “Mânama dikkat et ve iman dürbünüyle bak.” Ben de baktım.
İşte o aranılan nur, zikredilen ayet-i Hasbiye’dir. Yani, “Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” ayeti Bediüzzaman’ın elîm endişelere karşı müracaat ettiği ayettir. Bu ayet onu iman dürbünüyle baktırarak ayrılığın zâhirî olduğunu, hakikatte o ayrılmalarda nice kavuşmalar var olduğunu gösterir.
İmanla bakan bir göz, hassas ve kırılgan olan ve elinde yalnız ömür sermayesi bulunan ve gaflet hisleriyle bakıldığında fenaya gidecek sanılan ve ölümle sona erecekmiş zannedilen vücudun aslında sayısız ve kendinden daha kıymetli vücutları meyve vereceğini ve sonsuz vücutları bize kazandıran bir vesile-i nimet olduğunu ve mensubiyetle, yani vücudumuzu var edene olan bağlılığımızı idrak ederek yaşadığımız bir ânın dahi ebedî bir vücut kadar kıymetli olduğunu bizlere gösteriyor.
Öyleyse sonbaharda zâhiren kaybolan mahlûkat yokluğa değil, bâkî bir hayata mazhardırlar. Aynı şekilde kışın soğuğunda meşakkat çeken canlılar da bunun karşılığında mükâfat alacaklardır. Çünkü onları Yaratan, bizim düşündüğümüzden daha şefkatlidir.
Evet, her mevsimde olduğu gibi, sonbaharda da nice güzellikler vardır. Ancak sonbahardaki güzellikleri görebilmek için madde gözlerin manevî iman dürbünüyle bakması gerektir. İşte, sonbaharın böyle bir hususiyeti vardır. Öyleyse dünyanın görünen fânî yüzüyle alakadar olmamak, manasına bakmak ve sonbaharın elîm hüznünden böylece kurtulmak gerek.
Dipnotlar:
1) Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, Eylül 2020, s. 62. 2) Âl-i İmran/173.