"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İhlas okumalarından Dördüncü Düstur

Meral DEMİRDÖĞMEZ
15 Mart 2024, Cuma
“Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip onların şerefleriyle şâkirane iftihar etmektir.”(21.Lem’a)

Ehl-i iman, hakikat noktasında meziyet ve faziletlerin gerçek sahibinin Allah, insanın sadece ayine olduğunu bilmekle, bu meziyet ve faziletleri kendinde değil, kardeşinde gördüğü vakit, sanki kendi şahsındaymış gibi kardeşi ile iftihar edebilir.

Üstad hazretleri, Tarihçe-i Hayat’ta, bir ihtarla birlikte, bu düsturu uygulama yolunu şöyle ifade ediyor: “Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasıl meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telakki ediyorum. Siz de üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Âdeta her biriniz ötekinin faziletlerine nâşir olunuz.” (Barla Lâhikası, s. 87)

Bu husus, bizim mesleğimizde, ehl-i tasavvuf ve tarikatdaki şeyhinde fani olmanın yerine, birbirinde (kardeşinde) fani olma, yani tefani sırrıyla açığa çıkıyor. Çünkü ehl-i tasavvuf ve tarikat, şeyhini esas tutmakla birlikte, şeyhine karşı tam teslimiyetle durur.

Fakat bizim mesleğimizde, şahıs değil şahs-ı manevi esas olup, kardeşine karşı ihlas, samimiyet ve fedakârlığı muhafaza edip, kemâlât ve haseneleriyle iftihar etme, kardeşlerin teşkil ettiği şahs-ı maneviyi veliyy-i kâmil bilme, kardeşlerini bir mürşit, bir ikaz edici ve yardımcı olarak görme, en önemli esaslardır. 

Evet; “Bu zaman ehl-i hakikat için şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini, o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez.”(Kastamonu Lâhikası)

Üstad Hazretlerinin bu ifadesinde şahs-ı manevi havuzuna dikkat çekmesi manidar. Çünkü bu havuz, kardeşlerin zaaflarının birleşmesinden değil, meziyet ve faziletlerinin bir araya gelmesinden oluşan, sefine-i Nuh gibi emniyet edilen, metin bir havuzdur ki, inayet-i İlahiyeye mazhardır. Her birimiz farklı fıtratta olsak da, zaaflarımız, kusurlarımız, hatalarımız o havuzun dibine tortu olarak çökmeli, meziyet ve faziletlerimiz havuzu oluşturmalı. Havuzdan istifade ise ancak havuzun dışında değil içinde enaniyet, şahsiyet ve menfi hisleri eritmekle mümkün. Zira; “Ehl-i imana menfaatli bir hizmette, taksimü’l-mesai kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hasıl olan bir şahs-ı manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir. “(Kastamonu Lâhikası)

Dolayısıyla ehemmiyet ve kıymet şahs-ı maneviye verilmeli, maddi ve ferdi ve fâni şahısların mahiyeti nazara alınmamalı, Üstadımızın ifadesiyle; “Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.” (Kastamonu Lahikası)

Elbette bu esasları uygulamaya geçirme, yazıya dökmek kadar kolay olmasa gerek. Fakat; “Risale-i Nur şakirdleri eneyi nahnü’ye tebdil ettikleri, yani enaniyeti bırakıp Risale-i Nur dairesinin şahs-ı manevîsinin hesabına çalışması, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarîkatın “fena fi’ş-şeyh” ve “fena fi’r resul” ve nefs-i emmareyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasıtaların bu zamanda birisi de “fena fi’lihvan” yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı manevîsi içinde eritip öyle davrandığı için inşâallah ehl-i hakikatin riyadan kurtulmaları gibi, bu sır ile onlar da kurtulurlar.”(Kastamonu Lâhikası)

Bu sırrın anlaşılmasıyla, şahs-ı manevi içerisinde adavet, husumet, kin ve garaz olamayacağı için kişi, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşayabilir. Zaten mesleğimizin esası olan uhuvvet de bunu gerektiriyor. Çünkü Nur hizmetinde bulunanlar, bir tarağın eşit dişleri gibidir; birbirine karşı üstünlük hissi veya bir baba, şeyh edası olmadığı gibi, hakiki ihlâsı bozan şahsi makam elde etme niyet ve harekâtı da olamaz. Mesleğimiz haliliye, meşrebimiz hıllet olduğundan, samimi dostluk ve kardeşlik ruhuna da uygun düşmez.

“Hıllet ise en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’l-esası, samimi ihlastır.” (21. Lem’a)

Bu ihlas, kardeşine zulmetmeyen, zarar vermekten çekinen, hukukunu, haysiyetini hatta hayatını muhafazaya çalışan, ahirete giden yolda gerektiğinde ruhunu feda ettirecek hasletleri açığa çıkaracaktır. Temelinde ihlas olmak şartıyla. Nasıl ki, ihlasta üçüncü bir yol yoktur, ya rıza-i İlahi ya riya; öyle de hılletin de ortası yoktur. “Evet mü’min, kardeşini sever ve sevmeli.” (22.Mektup) Kesin bir ifade değil mi? Sever veya sevmez değil, sevmeli. O halde ikinci manide geçen, “uhuvvetteki makam geniştir” ifadesinden, dost, arkadaş, yoldaş, kardeş dereceleri ve kardeşlik rabıtaları düşünüldüğünde, rıza-i İlahi dışındaki her bir sebep, (dünyevi, şahsi hatta uhrevi amaçlar, menfaatler olabilir) kardeşlik kulesinden en derin çukura düşme tehlikesi ile karşı karşıya bırakabilir.

İhlası elde etme noktasında her bir düstur, bir masanın dört ayağı gibi. Masanın üzerindeki kıymetin dökülüp zayi olmaması, dört ayağın birlikte, sağlam bir şekilde yere basması ile mümkün. Öyle de ihlas düsturları da bütünüyle hayata geçirildiğinde, tam ihlasa muvaffak olunabilir. Ve bu ihlas kuvvetiyle, Risale-i Nur’un iman-küfür mücadelesinde, iman tarafına manevi kuvvet verilebilir. Aksi ise küfür tarafına yardım olabileceğinden, ihlas, tesanüd, uhuvvet ve bütün hissiyatımızla birlikte Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine manen kuvvet vermek şimdi elzemdir. 

Evet; “Hakka hizmet, büyük ve ağır bir defineyi taşımak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taşıyanlara ne kadar kuvvetli eller yardıma koşsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar,” (20. Lem’a) hakikati başka söze hâcet bırakmıyor. Yaşayabilmek duasıyla.

Okunma Sayısı: 947
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı