Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatında bilinmeyen konulardan birisi de, Bayram Yüksel Ağabeyin hatıralarında adı geçen ve Bediüzzaman’ın arkadaşı olan Japon Başkumandanıdır. Muhterem Necmeddin Şahiner’in tesbit ettiği hatıralarda Japon Başkumandanının adının sorulmaması veya tesbit edilememesi bizi hayli değişik araştırmalara sürükledi.
Bayram Ağabeyin anlatımlarından hareketle bazı ipuçları yakalamaya çalıştıysak da, çok yorucu ve bir o kadar da zorlu bir süreç takip etmek zorunda kaldık. Öncelikle hafızaları tazelemek için bizi araştırmaya götüren tesbitleri aktaralım. Bayram Yüksel Ağabey anlatıyor:
“Üstadımız bana, ‘Bu eserleri Japon Başkomutanına vereceksin’ demişti. Ben de Kore’ye vardığımızda ‘Bu eserleri Japonya’ya acaba nasıl götüreceğim?’ diye merak ediyordum. Mutlaka bu eserleri Japonya’ya götürmem lâzımdı. Ama erlerin Japonya’ya gitmesi yasaktı. Subaylar 15 gün, astsubaylarla bir hafta Tokyo’da izin yaparlar, dönerlerdi. Bana bazı Kore’deki hâdiselerden dolayı bölük komutanı ve bazı üsteğmenler söz vermişlerdi; ‘Seni ne yapıp yapıp Tokyo’ya göndereceğiz’ derlerdi. Ben de eserleri Tokyo’ya götürmeyi çok arzu ediyordum. Allah’a hadsiz şükür olsun ki, Üstadımızın arzusu tahakkuk etti. Oradaki yaralı subayları almak için bizim tabur olduğu gibi Tokyo’ya uğradı. Hattâ giderken gemiden yanardağı gördük. Yüksek bir dağda lavlar fışkırıyordu. Türkiye’ye dönüşte oradaki yaralı gazileri almak için bizi beş bin kişilik kampa koydular. Ben kumandanlara çıktım. Ben, ‘Üstadım olan Bediüzzaman’ın kitaplarını getirdim. Japon Başkomutanına getirdim, kendisine vereceğim’ dedim. Hiç itiraz etmediler, ‘Yalnız olmaz, yanına iki kişi daha al, git’ dediler. Ben de bizim bölükten namaz kılanlardan bir çavuşla bir er aldım. Eserleri yanımıza aldık. Sevinçle hemen bir taksi tuttuk. Zaten adres almıştık. Türkler’in bulunduğu camiye vardık. Caminin müezzinini bulduk. Müezzin bizi evine götürdü, memnun oldu, yemek yedirdi. Sonra Abdülvahab ismindeki reislerinin evine götürdü. Bizimle çok alâkadar oldular. Ben de Üstadımızın selâmlarını söyledim. ‘Bu kitapları Üstadımız Japon Başkomutanına gönderdi, o Üstadımın arkadaşı imiş. Üstadla muhabere ederlermiş, İstanbul’da görüşmüşler’ dedim. Onlar çok sevindiler. ‘Bizi buraya getiren zaten o zattı. Biz Kazan Türkleri’yiz. Japon ve Rus Harbinden sonra bizler buraya geldik, bize bu camiyi yaptırdı, verdi. Müslümanları çok severdi, maalesef o zat vefat etti. Bizler Üstadı çoktan tanıyoruz. Üstad müstesna insandır. Biz, onu tâ Rusya’da iken takdir ediyorduk. Bak bu camimizi, evimizi Üstadın dostu olan kumandan bize hediye etti’ dedi. (Çok güzel de Türkçe konuşuyorlardı.) ‘Biz bu kitapları neşrederiz’ dediler. Abdülvahab’ın kerimesi oradaki Türk çocuklarına, Türkçe dersi veriyor, muallimelik yapıyordu. Eserleri kendilerine verdim. Çok memnun oldular. ‘Üstada selâmlarımızı söyleyin, bizlere duâ etsin’ dediler.”1
Bu değerli hatıradan çıkaracağımız ilk tesbitimiz, Bediüzzaman’ın dostu olan Japon başkumandanının Tokyo’da 1938’de hizmete giren cami ile yakından ilgilenmiş olduğu gerçeğidir. Rusya’dan Japon devletinin yardımı ile göç eden Müslümanlara devlet tarafından her türlü kolaylık gösterilmiş. Kendi yaptıkları dini eğitimlerinde rahatça hareket etmişlerdir. Aynı zamanda Tokyo Camii’nin de yapılmasında Japon hükümeti ile işadamlarının büyük yardımları gözlenmiştir. Bu tesbitlerden hareketle o dönemin Japon başkomutanının yani Genel Kurmay Başkanının Prens Kan’in Kotohito olduğunu biliyoruz. “Peki bu başkomutanın Bediüzzaman ile İstanbul’da görüştüğüne dair elimizde kesin bir belge var mı?” diye sorulacak olursa sadece Risâle-i Nur’da geçen “Japon Başkumandanı” tanımlamalarını gösterebiliriz. Bizi bu isme götüren en güçlü delil ise hatıralarda geçen Bediüzzaman’ın İstanbul’da görüşmesidir.
Bu konuda yaptığımız arşiv araştırmalarında Osmanlı devleti ile Japon İmparatorluğu arasında gelişen resmî temaslarda da mülkî ve askerî yetkililerin değişik zamanlarda İstanbul’a yaptıkları ziyaretler dikkat çekmektedir. Japon Başkomutanlığı seviyesine çıkan ziyaretçiler arasında tek bir isim görülmektedir. İşte Bediüzzaman’ın İstanbul’da bulunduğu dönemlerde yapılan bu resmî ziyaretlerin en göze çarpanı ise Prens Kan’in Kotohito’nun 27 Nisan 1909 tarihinde 31 Mart hadisesinin hemen akabinde yapmış olduğu ziyarettir. O gün tevafuk eseri olarak aynı zamanda Sultan V. Mehmet Reşat tahta çıkmıştır. Kotohito’nun dışında Japon Başkumandanlığına yükselen ve resmî merasimle karşılanan başka bir isme rastlayamadık. Büyük ihtimalle Bediüzzaman İstanbul’da—1931 yılında Japon İmparatorluğu Genel Kurmay Başkanlığına getirilen—Prens Kan’in Kotohito ile görüşmüştür. Bu zât Mesnevî-i Nuriye adlı eserinde bahsettiği “müteharrî-i hakikat bir Japon” olarak düşünülebilir. Zaten meşrûtiyetten önce de Japon devleti tarafından resmî bir şekilde Osmanlı devletinden İslâmiyete dair bir çok sorular sorulmuştu. Adı geçen Kotohito da Osmanlı devletine ilk ziyaretini, çıktığı altı aylık Avrupa seyahati dolayısıyla 1900 yılının Mayıs ayında gerçekleştirmiş olup devlet merasimiyle ağırlanmıştır.
BEDİÜZZAMAN'IN GÖNDERDİĞİ RİSÂLELER
Bediüzzaman’ın İstanbul’dan dostu olan ve muhabere ettiği Japon Başkumandanına gönderilen altı adet risâle, Başkomutanın vefatı dolayısı ile Tokyo Camii kütüphanesine bırakılır. Ancak Japonya’dan görüştüğümüz Emre kardeşimizin ifadesine göre o risâleler değişik kişilerce oradan alınmış olup ellerinde sadece muhafaza ve hatıra niyetiyle Tiryak Risâlesi mevcut bulunmaktadır.
Bediüzzaman’ın kendisiyle görüştüğü ve muhabere ettiği Japon Başkumandanına ait yazışma veya mektupları açığa çıksaydı, kim bilir hangi gerçeklerle tanışma fırsatını elde etmiş olurduk. Bu konuda araştırmacılara büyük işler düşmektedir. Özellikle Japonca’ya vâkıf ve Japon Devlet arşivlerinde çalışabilecek ehli himmet insanları gözlüyoruz.
Japon Prens Kan’in Kotohito
“Prens Kotohito 10 Kasım 1865’te Kyoto’da Prens Fushimi Kuniye’nin 16. oğlu olarak doğdu. Prens Kotohito öncelikle 3 yaşındayken monzeki tapınağındaki Sambo’ya Budist bir keşiş olması için gönderildi fakat 1872’de tahta geçmek için seçildi.
Prens Kan’in 1877’de İmparatorluk Japon Askeri Akademisi’ne girdi ve 1881’de mezun oldu. Imparator Meiji onu askeri taktikler ve teknoloji çalışması için askerî ateşe olarak 1882’de Fransa’ya gönderdi. 1884’te süvarilikte uzmanlaşarak Ordu Personeli koleji’nden mezun oldu. 1897’den 1899’a kadar 1. Süvari Alayı’nı kumanda etti.
Prens Kan’in hem Birinci Çin-Japon Savaşı’nda (1894-1895) hem de Rus-Japon savaşı’nda (1904-1905) kıdemli oldu.
1901’de 2. Süvari Tugayı’na atandı. 1905’te korgeneralliğe yükseldi ve 1906’da 1. IJA Bölümünün kumandanı oldu ve 1911’de İmparatorluk Koruma Bölümüne kumandan oldu. 1912’de orgenerallik rütbesine terfi ettirildi ve En Yüksek Savaş Encümeni oldu. Daha sonra 1919’da İmparatorluk Japon Ordusu’nda en genç mareşalliğe terfi ettirildi.
1921’de Prens Kan’in Hükümdar Prens Hirohito’ya Fransa’ya olan seyehatinde eşlik etti. 1 Aralık 1931’de General Kanaya Hanzo’nun yerine geçerek, Imparatorluk Japon Askerî Genel Kurmay Başkanı oldu. (...)
Prens Kan’in Genel Personel Şefi olarak 3 Ekim 1940’ta emekli oldu ve yerine Sugiyama Hajime geçti. Prens 21 Mayıs 1945 yılında vefat etti.” 3
KAYNAKLAR
1- Son Şahitler Necmeddin Şahiner-(Yeni Asya Yayınları-1980 Sh. 395-396).
2- mtad.humanity.ankara.edu.tr/I-1.../07-CTAD-I-1-MDundar.pdf
3- en.wikipedia.org/wiki/Prince-Kan’in-Kotohito