Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan ve birçok ad ile anılan Diyarbakır Arabistan’dan gelen Bekr Kabilesinin bu topraklara yerleşmelerinden sonra “Bekrlerin Diyarı” manasına gelen Diyar-ı Bekir ismi verildi.
1937 yılına kadar adı Diyarbekir olan şehrin bu tarihte “bakır ülkesi” Diyarbakır olarak değiştirildi.
Diyarbakır’da Peygamber, nebi ve birçok sahabenin ayak izleri var. Kur’an-ı Kerim’de ismi geçen Hz. Elyesa (as), Zülküf (as) ile 6 nebi ve yüzlerce sahabe bu topraklarda medfun. Yunus (as) ın Fisk Kayalarında, İlyas (as)ın ise Arapşeyh’de makamları bulunmakta.
639 yılında Hazret-i Ömer (r.a.) devrinde İyaz Bin Ganem komutasında Peygamber (sav) arkadaşları olan sahibelerle Diyarbakır feth edilince, Anadolu’nun İslam’la tanışan ilk toprağı ve İslamiyet’in Anadolu’ya açılan kapısı oldu. Fetih sırasında şehit olan 40 sahabeden 27’si Hz. Süleyman bölgesinde, 13 tanesi ise şehrin farklı yerlerinde şehit olmuştur. Rivayetlere göre Diyarbakır’da 800’ün üzerinde sahabenin medfun bulunduğu, 541’inin merkezde olduğu belirtiliyor. Mekke ve Medine’den sonra en çok sahabe kabri Diyarbakır’da bulunuyor.
Diyarbakır fethedildiğinde ekilen iman tohumları sayesinde hep Müslümanlar tarafından yönetildi.
Diyarbakır’ın terör ile gündemde olması peygamber ve sahabeler şehrinin imajını zedeliyor, bu mübarek belde insanına zarar veriyor. Evliya Çelebi; üç dine (Musevilik-Hıristiyanlık-İslamiyet) ibadethanelik yapan ve İslam’ın beş Haram-ı Şerifinden biri olan Anadolu’nun ilk camisi Ulu Caminin avlusundaki İbranice bir kitabeye dayanarak Ulu Caminin Hazret-i Musa (a.s.) devrinde yapıldığını söyler, Ashab-ı Keyf buradadır. Bediüzzaman öncesi müceddid Mevlana Halid-i Bağdadi’ nin “şühedadan ayak basacak yer” bulamadım dediği Diyarbakır müstesna bir yer. Şehir dışından Diyarbakır’a misafir olarak gelenlerin Suriçi bölgesindeki şehre giriş kapılarının yanındaki hamamlarda gusül ve abdest alıp temizlendikten sonra şehre girdikleri rivayet edilir. 900 yıllık tarihi olan bu topraklar peygamber, sahabe ve maneviyat kokuyor.
Asrımızın imamı Bediüzzaman Said Nursî’nin de Diyarbakır’da ayak izleri var. 1910’lu yıllarda Van’dan Şam’a giderken Diyarbakır’a uğrayan Bediüzzaman, burada konferans, sohbetlerle ulema ve halka düşüncelerini anlatır. Ziya Gökalp ile görüşür ve “kızıl elma” idealinin hayal ürünü olduğunu söyler. (Bil. Tar. Bediüzzaman Said Nursi 1976 s.124) Diyarbakır’da Cemil Paşaların konağında 7 gün, Hz. Ömer Camii imam odasında 40 gün, Zinciriye Medresesi’nde 15 gün kalmıştır. (Yeni Asya 29 Eylül 2022 sayısı)
Bediüzzaman Hazretleri “Câmiü’l-Ezher’in kız kardeşi olan Medresetü’z-Zehra namıyla darülfünunu mutazammın pek âli bir medresenin Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbakır’da tesisini isteriz. Emin olunuz biz Kürtler başkalara benzemiyoruz. Yakinen biliyoruz ki içtimai hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neşet eder.”(Münazarat-1991 s.126) cümleleri ile “Medresetü’z-Zehra” dan birinin Diyarbakır’da açılmasını ister. Bediüzzaman Hazretlerinin bu projesi onun basiretini ve ülke ile ne kadar ilgili olduğunu gösteriyor.
Bediüzzaman´ın sağlığında bu proje gerçekleşmedi, ama Nur hizmet mahalleri ile onun meslek ve meşrebine harfi harfine bağlı kalarak iman Kur’an hizmeti yapan Diyarbakır’daki Nur Talebeleri Arap, Kürt ve Türk kardeşliğini yeniden tesis ederek “Medesetü’z-Zehra”yı ihya edecekler, Diyarbakır’ı bugünkü konumundan asıl şekline yeniden döndüreceklerdir. Bu dostlarımızın “Medresetü’z-Zehra”nın görevini ifa konusunda ufak bir ihmal ve kusurları maddî ve manevî birçok zarar ve musibete sebep olabilir!