Geçen hafta Cuma namazı için şehrin büyük bir camiine gitmiştik.
Gittiğimize bin pişman olduk. Hutbe siyasî bir hitabe gibiydi ve 15 Temmuz olayını baştaki siyasîlerin diliyle anlatıyordu. Onlardan farkı, işi âyet ve hadislerle açıklamasıydı. Allahualem camide olmasaydık, kendimizi AKP’li siyasîlerin bir mitinginde zannedecektik.
15 Temmuz olayı, malûm cemaate mensup bir grup ile birlikte, Kemalistlerin de içinde olduğu, karanlık yönleri fazla olan, gerçek mahiyeti ve arka planı aydınlatılmayan talihsiz bir kalkışmadır. Bu olayı camiye taşımak ve darbe ile alâkası olmayan büyük bir kitleyi incitecek şekilde hâkim siyasîlerin ağzıyla orada onu anlatmak bir talihsizliktir. Biz, o cemaate mensup olmadığımız halde çok incindik. Vicdan sahibi her insan da mutlaka incinmiştir.
Etrafıma baktım, çok kimsenin benim gibi rahatsız olduğunu, tatsızlık olmasa camiyi terk edeceklerini hissettim. Bazıları “Bundan sonra böyle olursa ben bir daha camiye gelmem” diye fısıldanıyordu.
Hâlbuki iş böyle olmamalıydı. Zira camiler, kışla ve okullar gibi siyasetin dışında ve üstünde olması gereken, farklı fikir mensubu bütün toplum kesimlerini kucaklayan ve birliğimizi sembolize eden mukaddes mekânlardır.
Halkın vergileriyle beslenen Diyanet, imamları vasıtasıyla belli bir partinin siyasî görüşlerini camiye taşır ve onun propagandasını yaparsa, sadece o partinin destekçilerini memnun etmiş olur, diğerlerini küstürerek dinden ve camiden soğutmuş olur. İnsanları dinden ve camiden soğutmanın vebali çok ağırdır. Ahirette bu işin hesabını vermek pek kolay değildir.
Geçmiş asırlarda yaşayan başta İmam-ı Azam ve İmam-ı Şafii olmak üzere Abdulkadir Geylanî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, ahir zamanda Üstad Bediüzzaman Said Nursî gibi her biri birer yıldız şahsiyet olan İslâm büyükleri, -dindar kimlikli de olsalar -zamanlarındaki yöneticilere biat etmemişlerdir. Onlar, zamanlarındaki idarecilerle çatışmadan onların doğru icraatlarını takdir, yanlış icraatlarını ikaz ederek müstakil, ihlâslı ve başarılı din hizmeti ifa etmişlerdir.
Bugün ülkemizde her birisinin binlerce mensubu bulunan dinî gruplar, 90 bine yakın cami ve 150 bin civarında kadro ve devasa bir bütçeye sahip Diyanet Teşkilâtı vardır. Buna göre ülkemizin manevî bir inkişaf içinde olması lâzımken, ne yazık ki korkutucu bir iman ve ahlâk buhranı yaşanmaya devam edilmektedir.
Bize göre bu çelişkinin en önemli sebebi; dinî yapıların hâkim siyasîlerin makam-mevki, ve maddî imkân tuzaklarına düşerek, onların gölgesinde hizmet yapmalarıdır. Ülkemizde toplum, politize olmuş dinî hizmeti kaale almamaktadır.
Bu yapılar içinde Yeni Asya Camiasının mümtaz ve örnek bir yeri vardır. O, Üstadının istiğna düsturu / başkasından maddî yardım talep etmeme prensibiyle amel ederek baştan beri, makam-mevki ve maddî imkân tuzaklarına düşmemiş, kendi yağıyla kavrularak, siyasîlerin manyetik alanına girmeyerek, hasbî, müstakil, müspet bir metot ile iman ve Kur’an hizmeti yapmaya devam etmektedir.
Son söz: Dinî grupların, Gülen Cemaatinin başına gelenlerden ibret alarak özeleştiri yapmaları acil bir zorunluluktur. Onların, siyasetin yörüngesinden çıkarak dünyevî hedeflerden vaz geçip, aslî vazifeleri olan uhrevî hedeflere yoğunlaşmaları, müstakil, halisâne iman ve Kur’ân hizmeti yapmaya odaklanmaları lâzımdır. Ülkenin yaşadığı iman ve ahlâk buhranından kurtuluşu buna bağlıdır.