Pandemi sonrası Hac ibadeti esnasında her fırsatta hizmet niyetiyle götürmüş olduğumuz tercüme Risale-i Nur kitaplarını Düzceli ekip olarak dağıtıyorduk.
Metodumuz şuydu: Göz göze geldiğimiz, yan yana oturduğumuz, ibadet ettiğimiz kardeşler ile diyaloğa geçip kitapları okuma sözü aldıktan sonra hediye ediyoruz, iletişim bilgilerimizi paylaşıyoruz ve ayrılıyoruz. Dört yüzden fazla kitap hediye etmek nasip oldu Elhamdülillâh.
İlginçtir, 2022 Haccı; hem yılın en sıcak günleri, hem Hacc-ı Ekber, hem pandemi sonrası olduğundan yaşlılar ve hastalar gelemedi. Herkes o mübarek beldeleri özlemiş; bir rahmet ve hayır beklentisi içerisinde. Yani hizmet için vasat çok müsâit idi, öyle de oldu.
Orada bulunduğumuz en sıcak bir günde aşırı kalabalık olduğundan bizi ikindi namazında en üst kata çıkardılar. Ekip olarak üç kişiyiz, ben ve bir kardeşimiz eşiyle beraber, çantalarımız kitap dolu ve dağıtmak istiyoruz.
Diyalog kurmak için insanlara yaklaşıp selâm veriyoruz, alıyorlar ancak yabancı dil durumundan dolayı diyalog ilerleyemedi. Hemen hemen bütün gölgeler tutulmuş, sığınacak yer bulamadık. Aramaya devam ettik, ileride bir boşluk bulduk, yanımızda da hatırı sayılır bir poşet dolusu çerez var.
Kitap vermek için bir plan yaptık yani bir tezgâh kurduk...
Dedik ki; şuraya ortaya oturalım, çerez poşetini de açalım, yayalım. Gelen geçene çerez ikram edip yanımıza oturtalım. Hem sohbet ederiz, hem de kitap verip hizmet etmiş oluruz.
Aynen öyle yaptık.
Gelen geçene çerezi gösterip ikram ettik. Her geçen bir avuç alıyor, oturmayı teklif ediyoruz ancak kimse oturmuyor. Dolayısıyla kimseyle diyaloğa girip işi ilerletemedik. Neticede bize ağırlığı ile ciddî yük olan çerezler bitti ama bir tane bile kitap hediye edemedik.
Bu duruma şaşırdık tabiî. Çünkü daha önce böyle bir durumla karşılaşmamıştık, hatta çerez olmadığı zamanlarda da çok güzel hizmetler oldu. Buradan nasıl bir ders çıkarmalıyız?
Öncelikle Cenâb-ı Hak dilediğine nasip eder, biz belirleyici olamayız, demek ki böyle “tezgâhlar kurma”ya gerek yok. Allah’ın verdiği aklı ve bilgiyi, bilimi kullanacağız o kadar. Neticeye bakmayacağız, kişileri hedef almayacağız.
İkinci olarak da acaba ihlâsımız kaçmış da ortaya benlik, gurur gibi hisler mi karışmış? Çünkü niyetimizin zıddı ile karşılaştık.
Evet, Risale-i Nur’da “Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır; kesreti etba’ ile fazla muvaffakiyet ile değildir. Çünkü onlar vazife-i İlâhiyeye ait olduğu için istenilmez, belki bazen verilir.”
“Ubudiyet emr-i İâhiye ve rıza-yı İlâhiye bakar. Ubudiyetin daîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Hak’tır.”
“Tarîk-i Hak’ta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmeleri lâzım gelirken, Cenab-ı Hakk’a ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler.”
“İnsanlara dinlettirmek ve hidayet vermek Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir.” denmektedir.
Bu durumda haddimizi aşarak neticeyi değerlendirmeye kalktığımız için Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmışız, ihlâsımız kaçmış.
Allah cümleten bu tür hatalardan bizleri muhafaza etsin, amin!
Yanlışlarımız, hatalarımız ve günahlarımız için de cümlemizi affettiği kulların zümresine ilhak etsin inşallah.
Dualarınıza muhtaç kardeşiniz. Sağlıcakla kalın.