Günlük hayatta görüyoruz ki, yalnızca karşımızdaki insanların değil, bizim de bilmeden, yalnızca görünüşe aldanarak yaptığımız yorumlar, olumlu-olumsuz tepkiler olabiliyor.
Aslında bu önyargı dediğimiz şey, inatçı bir tutumdur. Bu kelimenin lügatta terim anlamı, “Bireyde, öteki bireylere, toplumsal kümelere karşı sevgi ya da düşmanlık duygusu uyanmasına yol açan, koşullanmış bir duygusal tutumu yansıtan inanç” olarak geçiyor.
Bu tutum, her ne konuda olursa olsun, bilhassa okumaktan ve öğrenmekten, araştırmaktan pek nasibini almamış kimseler tarafından gösterilebiliyor.
Bu alışkanlık süreci içerisinde, önyargı sahibi olan insan, her gördüğü insana, habere, şekile, içini tam olarak bilmeden tepki veriyor ve vermektedir hatta kendini vermek zorunda hissediyor. Bizim toplumumuzda sıkça görülen bir tutum olan önyargı davranışı, insanımızın kitaplardan, öğrenmekten, kulaktan dolma bilgilerden esinlenerek uzaklaşmasını sağlıyor.
Ön yargıya, başka bir ifadeyle, bir konu hakkında tam fikir sahibi olmadan, net olarak bilmeden, o konu hakkında araştırma yapmadan söylenen söz veya takınılan tutumdur diyebiliriz.
Okuma kültürünün olmaması ve öğrenmeye teşvik edici unsurlar günümüzde maalesef pek öne çıkmadığından veya uzun yazıları okumaktan sıkılıp sadece başlık okunduğundan dolayı böyle bir davranış tutulması, insanımız arasında oluşuyor.
Bu önyargı davranışı sonradan öyle bir hal alıyor ki, “Bir önyargıyı yok etmek, atomu parçalamaktan daha zordur” diyen Albert Einstain’e bu konuda hak veriyoruz.
Önyargı diğer yandan, peşin verilen hükümdür.
Kapıyı görüp, arkasını görmeden, kapının ardı için yorum yapmaktır. Edmont Goblot’un ise bu konuda şöyle bir sözü vardır: “Peşinen verilmiş olan hükümlerin, nedenini ve ispatlarını arayan kimse mutsuzdur.”
Önyargılı olmak zayıflık belirtisi olduğunu, davranışın gösterilmesi anından itibaren anlayabiliriz zaten. Bizler Risale-i Nur okuyucuları olarak bu tarz tutum ve davranışlara girişmeyeceğimizi bilmemiz gerekiyor.