Deizm Latince’de “Allah” anlamına gelen “deus” kelimesinden türetilmiş olup Grekçe’de yine “Allah” anlamındaki “theos”tan gelen teizm terimiyle aynı sözlük anlamına sahiptir. Ancak XVI. yüzyıldan itibaren Hıristiyan dünyasında başlayan felsefî ve teolojik tartışmalarla birlikte teizm terimi Ortodoks inançlarını savunan kesim için, Deizm ise geleneksel inançlardan sapan düşünürler için kullanılmaya başlanmıştır.
Bununla birlikte “Yaradancılık veya “İlahcılık” da denilen Deizmi tek bir tarif içine sığdırmak da pek mümkün değildir. Tek tip bir Deizmden bahsetmek zordur. Deizm hareketi, diğer marjinal anlayışlar gibi modern dönemde bazı kitlelerin düşünce biçimi haline gelmiştir.
Kısaca; âlemi yaratan bir ilk sebep olarak Allah vardır. Fakat Allah âlemin işleyiş düzenine karışmamakta, insan ve tarih alanıyla alâkadar olmamaktadır. Bu yüzden, vahiy ve nübüvvet en azından şüpheyle karşılanmalıdır. Din, tabiî olmalı, ahlâk rasyonel temeller üzerine kurulmalıdır. Yani, Deizm âleme müdahil olmayan bir Allah inancı ve beşerî anlayışa/kavrayışa dayalı bir tabiî din tasavvurudur.
Görüldüğü gibi, Deizmin temel esası, dinin tabiatüstü yönünü yok sayarak otorite üzerine (vahiy) dayanmayan ve akılla temellendirilen bir din anlayışı benimsemesidir. Allah’ı sadece ilk sebep olarak kabul eden, O’na hiçbir nitelik ve güç tanımayan “akılcı din öğretisi”dir. Bütün dinleri reddeden, sadece sınırlı bir Allah anlayışına dayanan felsefî bir sistemdir.
Deizmin savunduğu şekliyle, “Akılcı din öğretisi”, “Akıl dini” demek, akılla bulunmuş olan, aklın kabul ettiği ve benimsediği din demektir. “Doğal din” diğer bir deyişle “tabiî din” de bu olarak kabul edilir.
Deizmin ortaya çıkışı ve temel görüşleri
Deizmin özünde, “akla mantığa sığmamasına rağmen inanıyorum’’u savunan fiDeizm, yani imancılık akımına karşı “makul olduğu için inanıyorum’’ fikrini getirmek ve inancı aklîleştirmektir. Böylece Allah’ın var olmadığını iddia edenlere karşı çıkılabilmekte, dinin temelinin akıl değil de sezgi ya da duygular olduğunu savunan dini öğretiler ile; “esrarengiz” olarak nitelendirilen vahiy ve mu’cizeler şiddetle reddedilmektedir. Deizm, temel olarak iki anlayıştan yola çıkmaktadır. “Âleme müdahale etmeyen bir ulûhiyet anlayışı” ve “akla ve bilime gösterilen büyük güven”.
Deizm akımı en güçlü dönemini XVII. Ve XVIII. Yüzyıllarda Avrupa’da yaşamıştır. Bunun çeşitli sebepleri vardır:
1- Kilise ile bilim adamlarının arası açıldıkça ve din adamlarının, bilim adamlarının faaliyetlerine Allah ve din adına müdahale arttıkça, Deizmin temsil ettiği görüş, bilim dünyasına bir rahatlık getirdi. Eğer Allah, âlemi yarattıktan ve yaratma süreci tamamlandıktan sonra ona müdahale etmiyorsa, ne bir kişinin, ne de bir teşkilâtın âlem hakkında araştırma yapanlara müdahale hakkı olabilirdi. Buna bağlı olarak Deizm geleneksel yorumlara tenkit kapısı açıyordu. Madem Allah’ın müdahalesi yok idi. Öyle ise hiçbir, ki buna kilise de dâhil, dokunulmaz olmayıp eleştiriye açıktır ve dedikleri mutlak olarak hüküm bildirmez.
2- Dinî inançlara başvurmadan bu âlemin açıklanabileceği düşüncesi idi. Aklı, vahiy olmadan iyi ve kötüyü ya da Allah’ın varlığını kavrayabilecek bir konumda görmek olup vahye ihtiyaç duymamaktır. Bu anlayış “Tabiî din” fikrine yakın olup hatta benimsenmiştir.
Ayrıca “Hıristiyan deistler” olarak anılan bazı düşünürler, Hıristiyanlığa inanmakla birlikte aklın da aynı gerçeklere ulaşabileceği, bir tabiî din kurabileceği ve nihayet Hıristiyanlık ile akıl arasında hiçbir çatışma olmadığı şeklinde daha ılımlı tezler ileri sürmüşlerdir. Bu yönüyle deist akımını, Hıristiyanlığın akla aykırı ve hurafî olduğu düşünülen unsurlardan arındırılması istikametindeki bir dinî eleştiri hareketi olarak nitelendirilebiliriz.
Günümüzde Deizm
Günümüzde Deizmin geçmişteki saf ve cüretli şekliyle varlığını sürdürdüğü söylenemez. Deizmin, David Hume’un şüpheciliği sayesinde modern zamanlara “din felsefesi” disiplinini kazandırmış olmasına karşılık, günümüzde din hakkındaki felsefî tartışmalar daha ziyade teizm-ateizm kutuplaşması şeklinde cereyan etmektedir.
Tamamen Ortaçağ’ın fikir ve inanç ikliminden Yeniçağ’a girerken Hıristiyanlığın yaşadığı teolojik buhranın ve Batı medeniyetine has tarihî şartların bir ürünü olan Deizmin, bir ekol ve akım olarak İslâm Ortaçağı’ndaki muadilinden söz edebilmek zordur. Allah’a, O’nun âlemi yarattığına (aslında yaptığına) inanan, ancak eldeki tarihî verilere göre peygamberliği inkâr edip aklı esas alan felsefî bir yaşama tarzını benimseyen Ebû Bekir er-Râzî’nin bir deist olduğu söylenebilirse de bu görüşlerin felsefî bir ekol haline gelmediği de bilinmektedir. Razi’nin böyle bir görüşe sahip olduğu da tartışmalıdır.
Şimdi, Deizm’in iddialarını maddeler halinde verecek olursak;
l Sadece tek bir Allah vardır. Kâinatın harika yapısı ve görülen yaradılış sistemi, Allah’ın mevcudiyetine, bize kitapların gösterebileceğinden çok daha büyük bir delildir ve aynı zamanda O’nun gücünün büyüklüğünü gösterir. Allah’a inanmak iman ile değil, akılla ilgili bir durumdur.
l Allah, bütün moral ve ahlâkî erdemlere en üst seviyede sahiptir.
l Her şeyi bilen, gücü yeten Allah’ın etkin güçleri, dünyanın güç tarafından yaratılışı ve bizzat Allah’ın eseri olan moral ve fizikî tabiat yasaları eliyle düzene sokuluşunun ifadesidir.
l Olayların düzeni Allah’ın genel inayetini ifade eder.
l Bunun dışında Allah’ın inayetinden kastın, O’nun dünyaya müdahalesi olduğundan söz edilemez, zira Allah’ın müdahalesi ya da mu’cizeler yasaların hâkim olduğu tabiî düzeni bozar.
l Allah aşkındır, içkinliği yoktur. Allah’ı âleme müdahale ettirmemenin bir sebebi de onun bu aşkınlığını korumak ve antropomorfizmin her çeşidinden uzak kalmayı sağlamaktır.
l İnsanlar düşündükleri ve yaratılışlarına uygun seçimlerde bulundukları zaman, kendi başlarına onlara hakikati ve ödevlerini bilme imkânı veren rasyonel bir tabiata sahiptirler. Yani insan aklı, doğru ahlâkî ve dinî hayat sürebilmek için dinle ilgili gerekli bütün donanıma sahiptir. Herhangi bir peygamber veya kitaba gerek yoktur.
l Tabiî hukuk, insanın Allah’a kendi benliğine hak ettiği değeri vermesiyle mümkün olan ahlâkî bir hayat sürdürülmesini gerekli kılar.
l Allah’a ibadetin en saf şekli ve en temel dinî yükümlülük, ahlâklı bir hayat sürmektir.
l Allah, insanlara ölümsüz bir ruh bahşetmiştir.
l İşte bu ölümsüz ruh sayesinde ve adalet ilkelerine uygun olarak insanlar dünyadaki eylemlerinin karşılıklarını alırlar.
l Ahlâkî hayat sürmüş ve tabiata uygun olarak yaşamış insanlar ödül olarak kurtarılırken, diğerleri cezalandırılır.
l Bu ilkelerle çatışan bütün dinî inanç ve pratikler eleştirel gözle değerlendirilip, onların birer hata oldukları gerekçesiyle terk edilmeleri gerektir.