"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kültür Tarihçisi ve Araştırmacısı Dursun Gürlek: Sadeleştirmeye karşıyım

27 Nisan 2014, Pazar
Kültür Tarihçisi ve Araştırmacısı Dursun Gürlek ile Osmanlı medeniyeti üzerine sohbet gerçekleştirdik.

Dursun Gürlek kimdir?
1952 yılında Tokat’ta do-ğan Dursun Gürlek, ilk ve orta tahsilini memleketinde tamamladıktan sonra  İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Gazete ve dergilerde çeşitli görevlerde bulunan Gürlek, bir süre muhtelif okullarda Türkçe ve Edebiyat öğretmenliği de yaptı. Bıkmadan, usanmadan medeniyetimizin ve kültürümüzün inceliklerini  anlatmaya devam eden Gürlek, medeniyetimizin dili Osmanlı Türkçesi derslerini de vermeyi sürdürüyor.
Kültür Tarihçisi ve Araştırmacısı Dursun Gürlek ile kültür ve medeniyetimiz üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Uzun bir süredir Osmanlı Türkçesi dersleri veren hocamız, “Osmanlı Türkçesi bizim özmü öz kendi dilimiz. Arapçadan, Farsçadan çok kelime aldığı için zengin bir dil haline gelmişti; fakat harf devriminden sonra bu zenginliğimizi kaybettik ve 5 bin kelime ile konuşurken, 3 yüz kelime ile konuşan bir kabile haline geldik. Elli yıl önce yazılmış bir eseri bile anlayarak okuyamıyoruz. Bugün insanlar, dili çok ağır geliyor diye anlayamadıklarını söylüyor. Hayır o eserler ağır değil olsa olsa o bizim seviyemizin düşüklüğüdür.” diyor.

Osmanlı Medeniyeti deyince ne anlamalıyız?
Osmanlı medeniyeti deyince biz tek cümleyle söylemek gerekirse İslâm medeniyetini anlıyoruz. Çünkü Osmanlı yeryüzünde İslâm’ın güzelliklerini, özelliklerini, İslâm’ın son ve en mütekâmil din olduğunu en iyi yaşayan ve yaşatan bir millettir. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse İslâmiyet yeryüzüne Türkler vasıtasıyla yayılmıştır. Bunların başında tabiî ki Karahanlılar, Selçuklular, ama bilhassa Osmanlılar geliyor. Fütuhat devrini yaşamıştır İslâmiyet, Türkler sayesinde. Yani dünyaya hemen hemen bu millet sayesinde yayılmıştır. Her gittiği yerde medeniyet götürmüştür. Medeniyet deyince biz zarafeti anlıyoruz, inceliği, temizliği, adabı, erkânı, sosyal yardımlaşmayı anlıyoruz. İnsanlığın hem maddeten hem de manen müreffeh bir hayat yaşaması için ne lâzımsa İslâmda bunduğundan, gerek Selçuklular gerekse Osmanlılar zamanında bütün bu güzellikler ile birçok ülke tanıştı. O bakımdan özetle söylemek gerekirse Osmanlı medeniyeti İslâm medeniyetinden başka bir şey değildir. Bugün bile Osmanlı devleti siyasi bir devlet olarak ayakta değilse bile müesseleleri ile devam etmektedir. Meselâ İstanbul’da bulunan camilerin, çeşmelerin, mekteplerin, medreselerin, hastanelerin, köprülerin ve benzeri mimarî eserlerin yüzde 80’i ve yüzde 90’ı Osmanlı eserleri. Onlarda oturuyoruz, onlarda ders yapıyoruz, onlarda yiyip içiyoruz. Demek ki Osmanlı siyasî olarak değilse bile kültür olarak devam ediyor ve bu gidişle de devam edecek.

Yüksek medeniyet dili Türkçeden ne anlamalıyız?
Osmanlıca sözü aslında galatı meşhurdur. Yani yerleşmiş yanlıştır. Doğrusu Osmanlı Türkçesidir. Maalesef Osmanlı Türkçesi diyince Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca gibi yabancı dil anlıyorlar hayır; Osmanlı Türkçesi deyince bizim özmü öz kendi dilimiz. Ama şu var ki Arapçadan, Farsçadan çok kelime aldığı için zengin bir dil haline gelmişti; fakat harf devriminden sonra bu zenginliği kaybetti. 5 bin kelime ile konuşurken, 3 yüz kelime ile konuşan bir kabile haline geldik. Onun için eski İslâm âlimlerinin yazdıkları eserleri bugün anlayamıyoruz. Bırakın eski eserleri, cumhuriyet devrinde yazılan eserleri bile anlayamıyoruz. Meselâ bir Elmalı’nın tefsiri, meselâ Risale-i Nurlar, bunlar lisan bakımından son derece önemli eserlerdir. Risale-i Nurlar dini eserlerdir, ama aynı zamanda o kendine mahsus lisanıyla, Türkçesiyle, Osmanlı Türkçesini muhafaza etmek gibi üstün bir görevi yerine getirmiştir.

Sadeleştirme çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sadeleştirme işine ben karşıyım. Eseri orijinalinden okuyacaksın, lügate bak, sözlük kullan ve Osmanlı Türkçeni genişlet. Dipnotlar kullanabilirsin, kelimelerin, açıklamasını verebilirsin. Çünkü sadeleştirme, sadeleştirme yapan kişilere göre değişir. Aynı eseri on kişi sadeleştirse on ayrı eser ortaya çıkar. Buna hakkımız yok. Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’ân Dili çok kıymetli bir eserdir. Bugün insanlar ağır diye anlamadıklarını söylüyorlar. Hayır o eserler ağır değiller bizim seviyemiz düşük olsa gerek. Böyle bir öz eleştiri yapmaktan kaçınmayalım. Hadi öz eleştiri sözünden de vazgeçeyim nefis muhasebesi diyeyim. Kendi kendini eleştiremeyen, nefis muhasebesi yapamayan olgunlaşmamış demektir. Hâlbuki İslâm’da kişinin kendini eleştirmesi nefis muhasebesidir, olgunluğa işarettir. O bakımdan Osmanlı Türkçesi bir medeniyet dilidir. Üç lisandan müteşekkildir. Arapça, Farsça, Türkçe, ama aslı Türkçedir. Bugün Safahat’ı, A. H. Tanpınar’ın Beş Şehir’i, Peyami Safa’nın romanları ağır geliyorsa söylenecek bir sözümüz yok. Onlar güzel Türkçe ile yazılmıştır, aksi takdirde dil diye bir şey kalmaz.

Öyle ise ilimde seviyeyi yükseltmek lâzım, bazı konularda da seviyeye inmek gerekir, ama ilmi meselelerde seviyeyi yükseltmek gerekir. Bu da tabiî ki ecdadımızın yazdığı eserleri çok okumakla çözülecek bir problemdir. Fuzuli’nin, Baki’nin, Nedim’in, Y. Kemal’in, M. Âkif’in lisanından, şiirinden zevk alamayan zaten Türkçenin zevkini bilmiyor demektir.

Y. Kemal’in “Biz ölülerimizle birlikte yaşarız” sözlerinden ne anlamalıyız? Maziye Bir Bakıver eserinizde gezileriniz sırasında, mezar taşlarına bakarak taş kalbimi yumuşatmaya çalışıyorum diyorsunuz, bundan biraz bahsedebilir misiniz?
Şimdi bizim dini inancımıza göre hayatı da ölümü de yaratan Allah’tır. Hayat ne kadar gerçekse ölümde o kadar gerçektir. Yani ölümde güzeldir, çünkü yaratıcısı Allah’tır. Öyleyse bir Müslüman ölümden, mezardan, türbeden, Allah’ı hatırlatacak mekânlardan çekinmemesi gerekir. Bilâkis o mekânlarla bir yakınlık, ünsiyet peyda etmesi gerekiyor ki, ibret alsın, hazırlıklı olsun, yanlış işler yapmasın. Dinin emir ve yasaklarına uygulamada titiz davransın. Bu da ölümü bize hatırlatan nesnelerle olacak. Bunların başında mezarlıklar geliyor. Nitekim Efendimizin (asm) hadisi şerifi var, önce yasaklamıştım mezar ziyaretini, ama şimdi ibret almak için mezarları ziyaret edin manasında Efendimizin (asm) tavsiyesi var. Zaten bakmayın siz insanların mezar kelimesinden ürktüğüne, mezar ismi mekândır, ziyaret edilen yer demektir. Bir akrabamızı ziyaret etmemiz gibi mezarda yatanları da ziyaret etmemiz, onlara selâm vermemiz gerekiyor. Efendimiz (asm) mezar ziyareti esnasında o bildiğimiz selâmını verir. “Esselâmu ‘aleykum yâ ehlel-kubûr” yani ey kabirdekiler, Allah’ın selâmı üzerinize olsun. Sahabilerden bazıları sormuş: “Ey Allah’ın Resulü kabirdekiler bizi duyar mı? Onlar ölüdür.” deyince Efendimiz (asm) “Sizin beni duyduğunuz gibi duyarlar lâkin cevap veremezler.” diye cevap vermiştir. Onun için kabir ziyareti yapmak lazım. Ecdadımız da bu bağlantıyı kurmak için mezarlıkları şehir içine yapmışlar, hemen gözümüzün önünde. Evet hakikaten mezar taşları taş kalpleri yumuşatır. Çünkü bizden önce gidenler gitmişler nöbetlerini savmışlar, bizde gideceğiz. Y. Kemal’in dediği gibi evvel giden ahbaba selâm olsun erenler.

Medeniyet eserlerimize sahip çıkabiliyor muyuz?
Ben Müslüman kesimin tarihine medeniyetine sahip çıkma konusunda maalesef yeterli hassasiyeti gösterdiğine inanıyorum. Çünkü kendi medeniyet eserlerimizin, kendi elimiz ile tahrip ediyoruz. Başka bir millet gösteremezsiniz kendi eserlerini kendi eliyle tahrip eden. Yeni binalar yapılırken yol açılırken bu tarihî eserleri yok ettik. Yani Müslüman kimse ne yaptığını bilen şuurlu kimsedir. Tarih sevgisi olmadan, lisan hassasiyeti olmadan, adap erkân bilmeden İslâm gerçek manada yaşanamaz. O bakımdan üç şey çok önemli dil, din, tarih. Dil olmadan dinide anlayamayız. Maalesef dünyada kendi tarihini kendi eliyle tahrip eden ikinci bir millet yok. Yapılacak iş gençlere bu tarih şuurunu vermektir. O da Osmanlı Türkçesi öğrenmekle olur. Çünkü medeniyetimizin dili Osmanlı Türkçesidir. Bende yıllardır birkaç yerde Osmanlı Türkçesi dersi vermeye devam ediyorum. Klâsik üslûpla değil; metin okumalarıyla, lâtifeleriyle, kelâm-ı kibarıyla birilikte veriyorum ki tarihimizi müesseseleri ve kuruluşları gençlerimiz tarafından iyi tanınsın, sevilsin diye. Ve büyük bir ümit ve sevinçle söylüyorum ki eskiye nazaran, medeniyetimize, Osmanlı Türkçemize ilgi son derece artmıştır. Bu da güzel bir gelişmedir.

İstanbul’da yaşamak bizlere ne ifade etmeli?
İstanbullu olmak lâzım. İstanbullu olmaktan maksat şu, İstanbul tarihi ile şiiri ili, edebiyatıyla, sanatıyla, camisiyle, çeşmesiyle sevmek gerekiyor. Bu şehirde maalesef insanlar yabancı gibi yaşıyor. 30 sene 40 sene İstanbul’da durduğu halde Süleymaniye Camii’ni göremeyenler, Ayasofya’yı merak etmeyenler var. Yani bu İstanbul’da değil taşrada bir köşede yaşıyor demektir. Ama azda olsa bir merak başlamıştır. İstanbul gezileri yapılıyor, Belediyeler ve özel kuruluşların bu yönde hizmetleri var. İnsan sadece kitap okuyarak değil, gezerek öğrenir, görerek hatta dinleyerek öğrenir. Allah bütün bu vücut organlarını boşuna vermemiş bu maksatla vermiş, bak ibret al, dinle ibret al, gör ibret al, soru sor bilgi sahibi ol, kâinat kitabını okumak lâzım.

İstanbul’u kimlerden okuyalım?
İstanbul aşıklarının kitaplarını okumak lâzım evvelâ. Meselâ Y. Kemal Bayatlı’nın Aziz İstanbul’unun okunması gerekir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir tabiî ki ilk şehir İstanbul’u anlatıyor, M. Âkif’in Safahatı’nın okunması gerek. Reşat Ekrem Koçu, Semavi Eyice, Ahmet Rasim gibi İstanbul aşıklarının eserlerinin okunması gerekir. Bununla beraber İstanbul gezilerinin çokça yapılıp İstanbul sevenlerle teşriki mesai kurmak lâzım.

Son yaptığınız çalışmalar nelerdir?
Beş yerde Osmanlı Türkçesi dersleri veriyorum. İstanbul ile ilgili radyo ve TV programlarım devam ediyor. Kitap çalışmalarımı da sürdürüyorum. Şunu da söylemek isterim ki bende okuma sevgisi yazma sevgisinden daha fazladır. Bu yazmıyorum manasına gelmiyor, azda olsa kitap çalışmalarım var. Üzerinde uzun yılladır çalıştığım biyografi kitabı var İbnü’l-Emin Mahmut Kemal, o bitmek üzere. İstanbul Efendileri diye bir kitap yazmayı düşünüyorum. Ayrıca Âlimler ve Arifler Meclisi adında kitap hazırlığımda var.

MURAT BAĞLI
[email protected]
Okunma Sayısı: 8557
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı