"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Musul verildi, Lozan imzalandı

10 Ağustos 2023, Perşembe 00:01
Musul meselesi konferansın ya akamete uğraması veya Musul meselesinden vazgeçilmesi gibi bir neticeye gelmiş ki, Türk heyet-i murahhasa başkanı Türkiye’ye dönmüş, TBMM’ye ve Mustafa Kemal’e izahat vermiştir. O günkü meclis içerisinde büyük feryatlara, büyük sıkıntılara, gerçekten yürekler parçalayan şikâyetlere sebep olmuş bir hadisedir bu. Ama sonunda Mustafa Kemal kendi ağırlığını koyarak Musul eyaletinden vazgeçmek suretiyle, bildiğiniz şekilde Lozan Andlaşması yapılabilmiştir.

—Dünden Devam—

Lozan’daki kesinti; Musul meselesi

Biliyorsunuz, Lozan bir kesintiye uğramıştır. Bu kesintinin sebebi, Musul eyaleti hadisesidir. Bugün Kerkük ve Musul’un, Türkiye’nin elinde olmayışının ıztırapları vardır. Milyonlarca Türkçe konuşan; hududun bu tarafındaki insanlar gibi, hududun öbür tarafında tamamen kültürü, harsı aynı olan insan var. Ve Türkiye daha sonra bu meseleyi halledememiştir. Hatay meselesini halledebilmiş, bunu halledememiştir. Batı Trakya’da ıztıraplar vardır. Ve bugün Türkiye hâlâ şu anda dahi ihracatının, daha doğrusu, döviz gelirlerinin yarısından fazlasını petrole veriyor.

O sınırların, o toprakların, Türkçe konuşan, kültürü, harsı tamamen Anadolu ahalisi gibi olan insanların yaşadığı toprakların, Türkiye’nin dışında kalmasına o günkü TBMM razı olmak istememiştir. Musul görüşmeleri, birkaç sene evvel neşredilmiş bulunan TBMM’nin gizli zabıtları içerisinde vardır. O zabıtların ve diğer tarihî vekayiin tetkikinden anlaşılan odur ki, Musul eyaletinin terki hadisesi, anlaşmanın kopma noktasını teşkil etmiştir. Türkiye onu kabul etmezse anlaşma olmayacaktır. Musul meselesi konferansın ya akamete uğraması veya Musul meselesinden vazgeçilmesi gibi bir neticeye gelmiş ki, konferansta kesinti olmuş, Türk heyet-i murahhasa başkanı Türkiye’ye dönmüş, TBMM’ye ve Gazi Mustafa Kemal Paşaya izahat vermiştir. O günkü meclis içerisinde büyük feryatlara, büyük sıkıntılara, gerçekten yürekler parçalayan şikâyetlere sebep olmuş bir hadisedir bu. Ama sonunda Gazi Mustafa Kemal Paşa kendi ağırlığını koyarak Musul eyaletinden vazgeçmek suretiyle, bildiğiniz şekilde Lozan Andlaşması yapılabilmiştir.

Mübadele hadisesi fevkalâde önemlidir

Lozan Konferansındaki en önemli hadiselerden biri de mübadeledir. Mübadele hadisesi fevkalâde önemlidir. Belki Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli hadisesidir. Sınırlar, vs’den sonra. Anadolu’da oturan RumlarınYunanistan’a gitmesi, Yunanistan’da oturan—Batı Trakya dışındaki—Türklerin de Türkiye’ye gelmesi hadisesi. Biliyorsunuz, Anadolu şehirlerinin bir kısmında nüfus karma idi. Rumelinde ise, şehirlerin birçoğunda Türk ve Müslüman nüfus ekseriyette idi. Rum mahallesi olmayan Anadolu şehri, bilemiyorum, kaç tane vardı? Bilhassa Orta Anadolu şehirlerinin hepsinde, Kayseri’de, Niğde’de, Isparta’da, Burdur’da, Konya’da... Makarios’un bile Dermesonlu olduğu söylenir. Böylece belki muhaceret büyük ıztıraplara sebep olmuştur, ama başkaçare yoktu.

Birinci Dünya Savaşından sonra kurulan yeni devletlerin hiçbiri kendisinden önceki borçları tanımadığı halde, Türkiye Osmanlı İmparatorluğunun borçlarını yüklendi. Türkiye’nin bu sadakatinin sebepleri nelerdi, sonuçları neler olmuştur? Osmanlı İmparatorluğu ne zaman başlıyor borçlanmaya?

1854 sonrasında. Kırım Harbinden sonra. Niye borçlanmaya başlıyor? Biz Osmanlı İmparatorluğunun borçlanmasını çok kere saraylar yaptırdı, vs. diye kötüledik. Türkiye Cumhuriyeti zaten Osmanlıyı kötüleyerek kendisini ibraya çalıştığı için—halbuki cumhuriyeti ibra etmek çok kolaydı—kötüledik. Türkiye’de Osmanlının harsına, kahramanlıklarına, fetihlerine sahip çıkmışızdır, ama devletini kötülemişizdir. Bu bizim tarihi yanlış anlamamız, yanlış okumamız, çocuklarımıza yanlış okutmamızdır. Mazimize düşman mı olalım? Yoksa mazimizle övünelim mi? Mazimizle övünelim, ama mazimize düşman olalım. Olmaz böyle şey. Zaten bu ikilem, bu dualiteden zihinler kurtulamadığı için, Türkiye’de millî değerlere, millî mefahire, maziye sahip çıkalımmı, çıkmayalım mı, yoksa Batının birtakım bize uymayan değerlerine mi sahip çıkalım, gibi şaşkınlıklar olagelmiştir.

Muharrem Kararnamesi

Osmanlı devleti borçlanmış. Bu borçları ne yapmış? Bu borçlarla 1854 sonrasında devletin modernizasyonu için lâzım olan bazı hareketlere girmiş. Ordusunu düzeltme, donanmasını düzeltme. Ama onlardan çok önemlisi, demiryolu yapmış. Osmanlı İmparatorluğu dahilinde 8000 km demiryolu yapılmış. Bunun 4000 km’si imparatorluk dağıldıktan sonra bugünkü Türkiye’nin sınırları içinde kalmış, 4000 km’si bunun dışında kalmış. Borçların büyük bir kısmı demiryolu borçlarıdır. Nihayet 1879’a gelmiş, moratoryum ilân edilmiş. “Borçlarımı ödeyemiyorum” demiş. O zaman Muharrem Kararnamesi diye bir kararname vardır. O çıkmış, borçları yarıya indirmişler.

Lozan hadisesinde bir taraftan kapitülasyonlar vardır. Düyûn-u Umumiye şartları vardır. Düyûn-u Umumiye hadisesi Balkanların kaybında çok mühim bir rol oynamıştır. 1905’lerden sonra artık Balkanlarda Osmanlı, hakimiyetini Düyûn-u Umumiye yoluyla yitirmiştir. Devlet olarak, Balkanlarda dokuz kolordusu olduğu halde ve bu kolordular fevkalâde iyi teçhiz edilmiş, başlarında yiğit, çok şerefli kumandanlar olduğu halde—ki bu kumandanların bir kısmı görev esnasında şehit olmuştur, kalelerini terk etmemiştir. Hasan Rıza Paşa gibi.

“Türkler ahde vefa göstermezler” dedirtmemek doğru olmuştur

Bir devletin, borçlarını ödemesi kadar dürüst bir iş olmaz. Devlet olarak ebediyete kadar kalacağınıza göre, borcunuzu ödemek yerine borcun üstüne yatmak akıl kârı değildir. “İtibar” hiçbir şeyle ölçülemeyecek kadar değerlidir. Türkiye Osmanlı İmparatorluğunun borçlarını ödemekle bence yanlış birşey yapmamıştır. Benim kanaatimce. Çünkü yanmış yıkılmış bir Türkiye’den mamur ve medenî bir Türkiye çıkaracaksınız. İster istemez medenî âleme, düvel-i muazzama denilen, “medeniyet denen tek dişi kalmış canavar” dediğimiz, sevelim sevmeyelim, canavar diyelim, tek dişi kalmış diyelim, muhtaçsınız. Bu devletler ile sulh içinde yeniden iyi münasebetler yürütme mecburiyetiyle karşı karşıya kalmıştır Türkiye. Kalınca, “Türkler ahde vefa göstermezler” dedirtmemek doğru olmuştur. “Bunlar ahidlerine vefalıdırlar” dedirtmiştir. Biliyorsunuz ki, Kur’an-ı Kerim’in birçok âyetlerinde, “Ahde vefa gösteriniz” hükmü yer alır. Ahde vefa Roma hukukunun da en önemli meselesidir. Paktum servanta dedikleri hadise. Binaenaleyh, bu borçları ödemek Türk devleti için şerefli bir iş olmuştur. Gerçi borçları öderken, borç korkusuyla, yeniden borçlanma korkusuyla Türkiye’nin kalkınması geri kalmıştır. Bir taraftan borç ödüyorsunuz. Borç ödemek, aslında kanının bir parçasını vermektir. Kan veriyorsunuz. Bir taraftan da bu kanı ikmal etmenin yollarını aramıyorsunuz. Yollarını arayabilirdi Türkiye, arayamamış. “Kendi yağımızla kavrulalım, namerde muhtaç olmayalım. Bakınız, bir Düyûn-u Umumiye hadisesi çıktı. Neler çektik? Yeniden bir Düyûn-u Umumiye hadisesiyle karşı karşıya kalmayalım” denmiş. 

Lord Curzon ne demişti?

Bu düşüncelerin hepsinde zamanında haklılık vardı. Yalnız bu düşünceler tümüyle haklıdır demek de mümkün değildir.

Hassasiyet gösterilmesini haklı saymamak mümkün değil de, aşırı hassasiyet göstererek ülkeyi fukara bırakmak tenkit edilebilir. Edilegeldi de zaten. Türkiye dış ülkelere borçlanırken siyasî baskılar altına girmeyecek şekilde borçlanabilirdi. Bugün de aynı problemlerle Türkiye karşı karşıya kalmıştır. Bir borçtan dolayı siyasî baskı altına girmeyecek, istiklâlini, hakimiyetini ipotek altına aldırmayacak şekilde borçlanmak, kişilerin de, devletlerin de kaçamayacakları birşeydir. Ama ne borçlanmak tek başına herşeyi halleder, ne “Aman borçlanmayalım” demek herşeyi halleder. Herşeyin ölçüsü var. Ödeme kabiliyetimize, gücümüze göre, yaptığımız ahidlere vefa gösterecek şekilde, kaynaklarımıza güvenerek borçlanmada hiçbir sakınca yoktur. Türkiye borçlanırken çok ihtiyatlı olmuş, ama İkinci Dünya Harbi sonrasında, 50’li yıllara gelirken hakikaten zarar görmüş, çok sıkıntılar çekmiş, medenî dünyadan âdeta kopmuş bir vaziyettedir. Türkiye Düyûn-u Umumiyeyi reddedip, kapitülasyonları reddedip, bunun karşılığında Osmanlı İmparatorluğunun borçlarını sırtlanırken, Lord Curzon’ın heyet-i murahhasa başkanı İsmet Paşa’ya bir sözü var: “Nasıl olsa yine bize geleceksiniz.

Ne ile Türkiye’yi kurtaracaksınız?” Türkiye Lord Curzon’ın dediği gibi onlara gitmemiştir, ama kalkınmasını da istenilen hızla yürütememiştir. Bunları, geride kalan hizmetleri küçümsemek için söylemiyorum. 1950 Türkiye’sinin 400 bin ton çimentosu var, 100 bin ton demiri var, 1066 traktörü var, gübresi yok, 3 milyon ton buğdayı var, 400 bin ton şekeri var. 

Böyle bir Türkiye olmaz

1950 Türkiye’sinde Aydın’dan İzmir’e gidilemiyor, Manisa’dan İzmir’e gidilemiyor. Yol yok, iz yok. 1950 Türkiye’sinin 13 köyünde elektrik var; 40.000 köyden. Elektriği olmayan şehirleri var. Kazaların dörtte üçünde elektrik yok. Böyle bir Türkiye olmaz. Böyle bir Türkiye’nin kusurunu ondan evvelki yıllara yıkmıyorum. Ben sadece “Böyle bir Türkiye’yi kaldıramazsınız, böyle bir Türkiye’den mutlaka çok daha iyi bir Türkiye’ye geçmek lâzımdır” diyorum. Ve demokrasi hareketiyle beraber, o istikamete yönelinmiş ve çok mesafe alınmıştır. Son olarak şunu söylemek isterim. Görüyorsunuz, tarihî hadiseler ne kadar muğlâk. Doğru değerlendirme, hadisenin bütün unsurlarını göz önüne alarak ancak mümkün.

SON

Okunma Sayısı: 7159
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ömer

    10.8.2023 16:22:29

    Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı