"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hz. Ali Kur’ân’ın doğru anlaşılmasına çalıştı

10 Şubat 2019, Pazar
Hz. Ali (ra), Peygamberimizden (ASM) aldığı eğitim ve emir gereği Kur’ân-ı KerÎmin tevili, yani doğru anlaşılması ve ahkÂmının doğru şekilde uygulanması için elinden geleni yaptı. Öncelikli olarak toplumda yaygın olan yanlış düşünce ve fikirlerin ıslahına yönelik çalışmalar yapılması gereğinin üzerinde durdu.

- Hûlefa-i Raşidîn’in yönetim anlayışı ve tarihte dinin siyasete alet edilmesi (10) -M. Ali Kaya

***

9. 6. Hz. Muaviye’nin ÇözümüN Saltanatta Olduğunu İddia Etmesi ve Saltanata Geçmesi

Hz. Ali’nin (ra) “Adalet-i Mahza” üzere içtihadına Hz. Aişe, Hz. Zübeyir ve Hz. Talha (ra. ecmain) “Şeyheyn zamanındaki (İlk iki halife dönemi) saffet-i İslâmiye adalet-i mahzaya müsait idi; fakat mürûr-u zamanla İslâmiyetleri zayıf muhtelif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye girdikleri için, adalet-i mahzanın tatbikatı çok müşkil olduğundan “ehven-i şerri ihtiyar” denilen adalet-i nisbiye üzerine içtihad ettiler ve “Küllün selâmeti için, cüz feda edilir; cemaat için ferdin hakkını nazara almamışlardır. “Ehven-i Şer” diye bir nevi adalet-i izafiye yapmaya çalışmışlardır. (Mektubat, 89)

Hz. Muaviye (ra) bu içtihad farkından çıkan sonucun çözüm üretmediğini, işi daha da karmaşık hale getirdiğini görmüş, Hz. Osman’ın katillerinin de bu karmaşa ve fikir ayrılıkları ile siyasî çekişme ve taraftarlık sonucu bulunamadığını görerek bu durumdan ancak devleti saltanatla güçlendirerek devletin gücü ile ihtilâfları ortadan kaldırmak mümkün olabileceği konusunda ısrarcı olmuştur.

Devlette gücü dağıtmak yerine tek bir elde toplayarak farklı görüş ve düşüncelerin baskı yoluyla önlenebileceğini iddia etmiştir. Bu ve benzeri sebeplerle Hz. Ali (ra) ile Hz. Muaviye (ra) arasındaki savaş “Hilâfet ile Saltanat” mücadelesi olmuştur.

Hz. Ali (ra) ise muhtelif kavimlerin İslâma girmesi ve farklı din ve zihniyetteki insanların Müslüman olması ile kendi fikir ve düşüncelerini İslâm’a sokarak imanda zaafiyete, dinî anlayışta yanlışa düşerek iman, ibadet ve ahireti ikinci plana attıklarını görerek “ahkâm-ı dini ve hakaık-ı İslâmiyeyi ve ahireti esas tutup saltanatın bir kısım kanunlarını onlara feda ediyordu.” (Mektubat, 90) Yani, toplumu düzeltmek için devletin baskısını kullanmak yerine dinin iman, ibadet, zühd ve takva yönünü güçlendirmek için toplumu irşad etmek ve yanlış düşünceleri düzeltmek gerektiğini müdafaa ediyordu.

Zira Bediüzzaman’ın tesbit ettiği gibi “O hâdisâta sebebiyet veren ve fesâdı çeviren birkaç Yahûdî’den ibâret değildir ki, onları keşfetmekle fesâdın önü alınsın. Çünki pek çok muhtelif milletlerin İslâmiyet’e girmeleriyle, birbirine zıd ve muhâlif çok cereyânlar ve efkâr karıştı. Bâhusus, bazıların gurûr-u millîleri Hazret-i Ömer’in (ra) darbeleriyle dehşetli yaralandığından, seciyeten intikama fırsat beklerlerdi. (...) Onun için “Yahûdî gibi zeki ve dessâs bir kısım münâfıklar, o hâlet-i ictimâiyeden istifâde ettiler” denilmiş. Demek o hâdisâtın önünü almak, o vakitteki hayat-ı ictimâiyeyi ve muhtelif efkârı ıslah ile olurdu. Yoksa bir-iki müfsidin keşfedilmesiyle olmazdı.” (Mektubat, 84-87)

Muhtelif efkârı düzeltmek ancak “Eğitim ve İrşad” yoluyla mümkün olurdu. Çünkü devletin siyaseti öncelikli olursa “İman, ibadet, ahlâk ve hukuk” ikinci derecede kalır. Toplumda “zühd ve takva” olmazsa yöneticiler, yani devlet “hak ve adaleti” sağlayamazdı. Adalet namına zulüm, ıslah adına fesat daha da yaygınlaşırdı ve öyle de oldu.

Zaman ve zemin ve o zamanın efkârı Hz. Muaviye’nin devlet anlayışına güç verdi ve hilâfet saltanata dönüştü; ama istenen adalet ve hakkaniyet sağlanamadığı gibi dinde, inançta zafiyet, ahlâksızlık, zulüm ve ibadetten uzaklaşma artarak devam etti. Devletin gücü de bunları sağlamada başarılı olamadı, bilâkis fesadın ve zulmün ve “Fırak-ı dâlle” denilen yanlış anlayışların, mezheplerin ve gruplaşmaların artmasına sebep oldu. Bu yönü ile Hz. Ali’nin (ra) ne kadar isabetli hareket ettiği ve içtihadında isabet ettiği daha iyi anlaşılmış oldu.

10. Hz. Ali’nin (ra) Takip Ettiği Siyaset ve Yönetim Metodu

Hz. Ali (ra) Peygamberimizden (asm) aldığı eğitim ve emir gereği (Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:244) Kur’ân-ı Kerîm’in tevili, yani doğru anlaşılması ve ahkâmının doğru şekilde uygulanması için elinden geleni yaptı. Öncelikli olarak toplumda yaygın olan yanlış düşünce ve fikirlerin ıslahına yönelik çalışmalar yapılması gereğinin üzerinde durdu. Takip ettiği siyaset ve stratejiyi maddeler halinde sıralayalım.

1. Adalet-i Mahza’nın tatbikine çalışması

Toplumun çıkarı ve selâmeti için ferdin hukukunun çiğnenmesine müsaade etmedi. Hz. Osman’ın katilini bulup, suçunu tesbit ettikten sonra cezalandırılması gerektiğini savundu. Gerçek suçlu yerine masumları cezalandırma yoluna gitmedi. Kur’ân-ı Kerîm’in emri olan “Suç işleyenindir. Birinin hatası ile bir başkası cezalandırılmaz” prensibini uyguladı.

“Adalet-i mahza ile adalet-i izafiye’nin izahı şudur: “Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesad çıkarmamış birini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Maide Sûresi, 5: 32) Âyetin mana-i işarisi ile bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir ferd dahi umumun selâmeti için feda edilemez. (...)

Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. “Ehvenü’ş-şer” diye, bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik ise adalet-i izafiye gidilmez; gidilse, zulümdür. (...)

Hz. İmam-ı Ali’nin Vak’a-i Sıffin’de Hz.  Muaviye’nin taraftarlarıyla muharebesi ise, hilâfet ve saltanatın muharebesidir. Yani Hz. İmam-ı Ali ahkâm-ı dini, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hz. Muaviye ve taraftarları ise, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler. … 

Daha sonra ise Yezid devleti “Unsuriyet” ve milliyet üzerine bina ettiler. “Unsuriyet ve milliyet esasları, adaleti ve hakkı takip etmediğinden zulmeder, adalet üzerine gitmez. Çünkü unsuriyetperver bir hâkim, milletdaşını tercih eder, adalet etmez.” (Mektubat, s. 91 vd.) Bundan dolayı zulüm ve haksızlık yayıldı. Ama ne var ki yöneticiler kendilerini haklı bulup icraatlarını dine dayandırdıklarını iddia etmişler ve kendilerini din ile özdeşleştirerek kendilerine karşı olanları dine karşı olmakla suçlamışlardır.

2. Din ve Vicdan, İlim ve Fikir Hürriyetini Savunması 

İslâm’ı bütün inananların dini olarak görmesi ve dini kendi inhisarına almaması. Hz. Ali (ra) kendisi gibi düşünmeyenleri İslâm’a karşı olmakla suçlamadı ve İslâmiyeti kendi tekeline almadı. Hürriyet içinde farklı görüşlerin de olabileceğini kabul etti. 

Hariciler kendisini suçlayarak “Sen hakemi kabul etmekle Allah’ın hükmünü reddetmiş ve küfre girmiş oluyorsun” demelerine mukabil onları dinden çıkmakla ve küfürle itham etmedi. Hatta kendisine gelen ve “Ya Ali! Peygamberimiz (asm) ‘Bir Müslümana kâfir diyen kendisi küfre düşer’ (Buhari, Edeb, 73) buyurdular. Bu durumda sana kâfir diyenleri biz de küfürle itham edebilir miyiz?” dedikleri zaman ‘Hayır! Onlar bize isyan eden din kardeşlerimizdir’ buyurarak İslâmiyet ve iman cihetinde kardeş olduklarını kabul etti; ancak anlayışlarının ve siyasetlerinin yanlış olduğunu ifade etti.

Hariciler ile konuştu ve onlara tam bir “İnanç ve fikir hürriyeti” verdi. “Sizler dilediğiniz gibi inanır, bu fikirlerinizi istediğiniz gibi yayabilirsiniz. Ancak can yakar, kan döker, cana, mala ve namusa tecavüz ederseniz sizi hukuk ve adalet namına cezalandırırım” dedi. Tecavüz olmamak, asayişi ihlâl etmemek şartı ile tam bir hürriyet verdi. Ama onlar mala ve cana zarar verdiler, tecavüz ettiler ve savaş açtılar, Hz. Ali de (ra)  raiyetinin hukukunu korumak için hukuk namına onlarla savaşmak zorunda kaldı.

Muhalifleri ise din namına ve hukuk adına değil, adalet ve hakkaniyet adına değil, sırf siyaset hesabına kendi fikirlerine ve siyasetlerine karşı olanları aynı zamanda İslâm’a ve Kur’ân’ın ahkâmına karşı olmakla suçladılar ve dini kendi siyasetlerine alet ettiler.

3. Saltanat Yerine HilÂfeti Korumayı Tercih Etmesi

Saltanatın amacı iktidara gelmek ve iktidarı devam ettirmektir. İktidarın devamı için her yol meşrûdur. Önemli olan iktidarı koruma başarısıdır. Hz. Muaviye (ra) iktidarı elde edebilmek için her yola başvurabileceğini açıkça ifade ediyordu. “Yükselmek ve büyük mevkilere erişmek için gayret ve çabanızı arttırınız ki muradınıza vasıl olasınız. Nitekim ben ehil olmadığım halde, himmet ve gayret göstererek muradıma vasıl oldum ve istediğimi elde ettim” diyordu.

İktidarının meşrûluğunu zorla ve savaşla elde eden Hz. Muaviye fiilen bir melik idi. İktidarı elde ediş ve iktidarda kalış sürecinde meydana gelen olaylar, Hz. Muaviye’nin ve sonraki Emevi hükümdarlarının İslâm halifeliğinin gerektirdiği niteliklere sahip olmadıklarını ortaya koymaktadır. 

Hz. Ali (ra) ise siyasetin merhametsiz düsturları yerine ahkâm-ı dini, hakaık-ı İslâmiyeyi ve ahireti esas alıyordu. “Doğruluk yolunda ölümü tercih ediyordu.” Azimetle amel ediyor, ruhsatlara tabi olmuyordu. (Mektubat, 84-85)

4. Dini ve İslÂm’ı, Kur’Ân-ı KerÎm’i Kendisine Siper ve Siyasetine Alet Etmemesi

Hz. Ali (ra) “Din dünya işlerine alet olmaz” diyordu. Dinin amacı uhrevî saadet idi ve dünyaya ikinci derecede bakıyordu. 

Bediüzzaman Kur’ân’ın siper yapılmasını şöyle anlatır: “Yani, çocuklar gibi, döğüştükleri vakit Kur’ân’ı başına siper eder. Başına gelen zarar Kur’ân’a geldiği gibi, Risale-i Nur, böyle muannid hasımlara karşı siper istimal edilmemeli…” (Kastamonu Lâhikası, s. 382)

Muhalifleri ise Kur’ân’ı kendilerine siper ediyorlardı. Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali’nin şiddetli bir taarruzu ile Şam ordusu dağılma noktasına geldi. Savaş kazanılmak üzereydi ki, Hz. Amr bin el-Âs (ra) Şamlı askerlere “Her kimin yanında Mushaf varsa onu mızrağının ucuna takarak yukarı kaldırsın” diye mağlûbiyetlerini önlemek ve Hz. Ali’nin (ra) ordusunda ikilik çıkarmak için Kur’ân’ı kendilerine siper edinmiş ve arkasına sığınarak amaçlarına alet etmişlerdir.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri yöneticilerin dini korumaları gerektiğini ısrarla vurgular ve “Elinde Kur’ân olanın zayıf düşeceği zaman güçlüye uzatarak himayesine dâvet etmesi ve Kur’ân’ı yere düşürmemesi gerektiğini” belirtir. (Eski Said Dönemi Eserleri, Sünûhat, s. 498)

5. Hz. Ali (ra), Resulünün (ASM) Sünnetine DÂvet Ediyor, Kendisine Bağlı Fanatik Grubun Oluşmasına İzin Vermiyordu

Hz. Muaviye (ra) ise gerek siyasî makamından aldığı güçle, gerekse menfaat dağıtımı ile, gerekse siyasî vaatleri ile kendisine bağlı fanatik büyük bir kitle meydana getirmişti.

Aynı şekilde Hakem Olayı’nda Hz. Ali’nin (ra) mağlûbiyetine sebep olan husus da yine Hz. Ebu Musa el-Eş’arî’nin (ra) Kur’ân ve ilim öğrettiği talebelerinden kendisine bağlı fanatik büyük bir kitleyi oluşturmuş olması idi. 

6. Siyasî Maslahatlara ve SiyasÎ Başarıya Önem Vermemesi 

Hz. Ali (ra) dine zarar verecek siyasî başarılara önem vermiyor ve kendisine siyasî maslahat gereği tavizkâr tutum sergilemesini isteyenlerin fikirlerine değer vermiyordu. Arapların “Siyasî Dahi” olarak isimlendirdiği “Hz. Muğire b. Şube” Hz. Ali’ye (ra) “Emevi valileri görevden almaması ve zaman kazanması konusundaki tavsiyelerine kulak vermemiş ve “halkın malını israf eden ve şikâyet konusu olanlara müsamaha gösterilemeyeceğini” ifade etmişti. Hz. Muğire de Hz. Ali’ye (ra) destek olması gerekirken siyasî maslahatları takip eden ve başarıya odaklanan Hz. Muaviye’nin yanına gitmeyi kendi siyasetine uygun bularak Hz. Ali’nin (ra) yanından ayrılmıştı. 

Okunma Sayısı: 4440
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı