İçişleri Bakanı Urfa Emniyet Müdürü’ne Said Nursî’nin derhal Isparta’ya geri gönderilmesi talimatını verdi. Polisler bu emri Nur Talebelerine bildirdi. Onlar geri gitme kararını ancak Üstadlarının verebileceğini söyledi. Komiser gidip meseleyi anlatarak kararı tebliğ edince Bediüzzaman şaşırdı. “Acayip!.. Ben buraya ölmeye geldim.”
***
DİZİ-14- İSLÂM YAŞAR
HÜSN-Ü HÂTİME
“Hazırlanın gideceğiz.”
“Nereye gideceğiz Üstadım?”
“Urfa’ya gideceğiz.”
Ramazan ayının yirmi birinci gecesi sahur vaktiydi. Günlerdir birkaç yudum sudan başka bir şey yiyip içmeyen Said Nursî’nin, o gün sahur için hazırladığı çorbayı ‘kaldır’ demesi ve yine birkaç yudum su ile oruca niyetlendikten sonra söylediği bu sözler başında bekleyen Zübeyir’i ve Bayram’ı telâşlandırdı.
Said Nursî’nin tekrar Ankara’ya veya İstanbul’a gitmesinden endişe eden emniyet mensupları, İçişleri Bakanı’nın talimatı ile evinin önünde nöbet beklemeye başlamışlardı. Polisler sokağın iki tarafını da tuttuklarından emniyetin izni olmadan veya nöbetçi polislere görünmeden yola çıkmak pek mümkün değildi.
Üstadının da emniyet kuvvetlerinin sıkı tedbirler aldığını, arabanın uzun yola gitmeye müsait olmadığını bildiğinden, ateşinin yükselmesi sebebiyle baygınlık hâlinde öyle şeyler söylediğini düşünen Zübeyir, o birkaç sefer aynı sözleri tekrarladığı hâlde yola çıkmak için herhangi bir hazırlık yapmadı.
Bediüzzaman, sabah namazını müteakip aynı şeyleri Tahirî’ye ve Hüsnü’ye de söyleyince o isteğin dalgınlık sırasında söylenmiş sözler olmadığını, ciddî bir kararın ifadesi olduğunu anlayan talebeleri hemen arabayı hazırladılar. Onu arabanın arka koltuğuna oturttular. Hüsnü direksiyona geçti, Zübeyir ve Bayram da öne oturdu.
URFA’YA YOLCULUK BAŞLAR
20 Mart 1960 Pazar günü saat dokuz civarında Urfa’ya gitmek üzere hareket ettiklerinde şiddetli yağmur yağıyordu. Sokağın başlarında nöbet bekleyen polisler öyle bir havada kimsenin yola çıkamayacağını düşünerek ıslanmamak için kuytu yerlere çekildiklerinden arabanın gittiğini görmediler.
Yağmur biraz dinince nöbet mahalline dönen polisler, arabanın yerinde olmadığını görünce vaziyeti merkeze bildirdiler. Telsizle karakollara haber verilmesi üzerine polisler İstanbul, Ankara, Konya yolları üzerinde tertibat aldılarsa da Bediüzzaman’ın arabası, şiddetli yağmur sayesinde bir müdahaleye maruz kalmadan Eğirdir’i de geçip Konya yoluna girdi.
Yolda biraz iyileşen Bediüzzaman, Şarkikaraağaç yakınlarında abdest alıp düz bir taşın üzerinde öğle namazını eda etti. Arabaya binip evradlarını okumaya başladı. ‘Nurcuların kökünü kazıyacağım’ diyen Konya valisinin şerrinden de yine şiddetli yağmur vesilesiyle kurtularak Adana yoluna yöneldiler.
O gün iftarı Pozantı’da yaptılar. Said Nursî yine birkaç yudum su ile orucunu açtı. Arabanın içinde namazını kıldı ve yola devam ettiler. Adana’dan geçtikten sonra yatsı namazını Ceyhan’da birlikte eda ettiler. Biraz dinlenerek gece boyu yol aldılar ve sahur vakti Osmaniye’ye geldiler.
BİR YUDUM SU BİLE İÇMEDİ
Talebeleri buldukları birkaç parça yiyecekle sahurlarını yaptı, ama Bediüzzaman bu sefer bir yudum su bile içemedi. Yine de oruca niyetlendi. Sabah namazını bir parkta kıldılar. Üstad güzergâhı sorunca talebeleri ‘Gâvur Dağı’ olarak bilinen yerden geçeceklerini söylediler. Bediüzzaman oraya öyle bir ismin verilmesine şaşırdı.
“Buranın adı Nur Dağı olsun” dedi.
“Olsun Üstadım” dedi Zübeyir.
Said Nursî’nin böyle mübarek bir zamanda, yolculuk sırasında ve hasta hâliyle yaptığı tesmiyede, istikbalde gerçekleşecek bir hikmetin olabileceğini düşünen talebeleri duâ mahiyetindeki bu dileğe ‘amin’ dediler.
Yola devam ederek kuşluk vakti Antep’ten geçen rıhlet, vuslat, visal, lika yolcuları 21 Mart 1960 Pazartesi günü öğleye doğru menzil-i maksud olan Urfa’ya vasıl oldu.
İÇİŞLERİ BAKANI NE İSTEDİ?
Bediüzzaman Said Nursî, Rûhâ da denen ve ferahlık mânâsına gelen Urfa’ya; pembe renkli sağanak hâlindeki yağmur altında, turnaya benzeyen, ama daha önce o havalide hiç görülmediğinden herhangi bir isim verilemeyen kuş sürüleri ile birlikte girdi. Dergâh’ın önünden geçti ve İpek Palas Oteli’nin 27 numaralı odasına yerleşti.
Onlar Abdullah Yeğin’in dışında kimseye haber vermedikleri hâlde Bediüzzaman’ın gelişi Urfa’yı hareketlendirdi. Yıllardır hasretle onu bekleyen Urfalılar ziyaret edip elini öpmek maksadıyla otelin önünde toplanırken, telâşlanan emniyet mensupları hadiseyi, telgrafla Ankara’ya bildirdi.
İçişleri Bakanı Urfa Emniyet Müdürüne Said Nursî’nin derhal Isparta’ya geri gönderilmesi talimatını verdi. Polisler bu emri Nur Talebelerine bildirdi. Onlar geri gitme kararını ancak Üstadlarının verebileceğini söyledi. Komiser gidip meseleyi anlatarak kararı tebliğ edince Bediüzzaman şaşırdı.
“Acayip!.. Ben buraya ölmeye geldim.”
“Emir böyle efendim.”
“Hâlimi görüyorsunuz. Siz beni müdafaa edin.”
URFA BAĞRINA BASTI
Said Nursî’nin bu sözü üzerine Urfalılar meseleye muttali olunca halkla devlet yine karşı karşıya geldi. Urfalılar şeref misafiri saydıkları Bediüzzaman’ı bağırlarına basarken emniyet mensupları, İçişleri Bakanlığı’ndan gelen emir üzerine onu Isparta’ya geri gönderme çabası içine girdi.
Nur Talebelerinin dirayeti, doktorların raporları, Urfalı siyasilerin misafirlerini sahiplenmeleri neticesinde bu mücadeleyi de halk kazandı.
Bediüzzaman Said Nursî, yıllar sonra geldiği Urfa’da o gün ve ertesi gün gelen bütün ziyaretçileri kabul etti. İftarda ve sahurda yine hiçbir şey yiyip içmediği için iyice takatten kesilmişti. Yine de kimseyi geri çevirmedi. Kimi onunla birkaç kelime de olsa konuşma fırsatı buldu, kimi sadece elini öpebildi, kimi de uzaktan görmekle iktifa etti.
Milâdî 23 Mart 1960, Hicrî 25 Ramazan 1379 tarihinde Çarşamba günü ancak gece geç vakitlerde uyuyabilen Bediüzzaman’ın, sabah namazı vakti girdiği hâlde uyanmadığını gören talebeleri daha önce hiç öyle bir hâl yaşamadıklarından telâşlandılar. Vaiz Ömer Efendi’yi çağırıp hâl danıştılar.
“İnnâ-Lillâh ve innâ ileyhi râciûn.”
BURANIN SAHİBİ GELECEK
Hüsn-i hâtimenin ifadesiydi okunan bu âyet-i kerime. Ondan sonra başlayan resmî muamelâtı müteakip otelden Dergâh Camii’ne getirilen Bediüzzaman’ın naaşı, talebelerinin nezaretinde Molla Abdülhamid Efendi, Vaiz Ömer Efendi, Hafız Refi’ Efendi tarafından yıkandı. Kurra Hafız Mehmed Efendi’nin tekfininden sonra Urfa Ulucamii’ne getirildi.
Cenaze, çevre iller başta olmak üzere memleketin hemen her yerinden ve bazı dış ülkelerden gelen binlerce Nur Talebesi’nin okuduğu hatimler, Cevşenler, duâlar eşliğinde Urfa Ulucamii’nde bekletildi.
24 Mart 1960 tarihinde, Ramazan ayının yirmi altıncı günü aralarında her yaştan, seviyeden, sıfattan, makamdan, hâlden insanın bulunduğu on binlerce mü’minin refakatinde cenaze namazı kılındı.
Namazı müteakip eller, başlar üzerinde taşınan tabut, iki mabet arasındaki mesafe çok yakın olduğu hâlde Urfa semalarında ilk defa duyulan farklı kuş seslerine karışan tekbirler, tevhidler, ilâhiler, zikirler, kasideler, mersiyeler, cezbe hâlleri eşliğinde ancak ikindiye doğru Dergâh Camii’ne getirilebildi.
Daha önce Hazret-i İbrahim Aleyhi’sselâmın makamının karşısına, Urfalı Hacı Hafız Müslim Efendi’nin yaptırdığı ve ‘Buranın sahibi gelecek’ diyerek boş bıraktığı çift kubbeli makbere; İslâm âleminin, Leyle-i Kadri ihya etmeye hazırlandığı mübarek vakitte tevdi’ edildi.
Böylece Bediüzzaman Said Nursî’nin bakiyye-i ömrü de bitti.
Ama hayatı devam ediyor.
Hem berzah hayatı, hem hizmet hayatı.
İnşallah, kıyamete kadar da devam edecek.
SON