"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Avrupa ikidir

11 Haziran 2021, Cuma 00:07
Bediüzzaman Avrupa’yı Müsbet ve Menfi Avrupa olarak ikiye ayırır. Bu iki Avrupa’dan birincisi İslâmiyet’e dosttur ve İslâmiyet ile ittifak edecektir. İkincisi ise hem İslâmiyet’e ve hem de Hıristiyanlık başta olmak üzere bütün semavî dinlere düşmandır.

DİZİ: RİSALE-İ NUR EKOLÜ VE AVRUPA BİRLİĞİ - 3
AHMET BATTAL

Birinci Bölüm: Nur Talebeleri ve demokratlar AB için de aynı düşünüyor

İkinci Bölüm: Meşveret, hürriyet ve adalet için AB

Dördüncü Bölüm: Bediüzzaman: Hangi cür’etle vicdan hürriyetini kırıyorsunuz

Beşinci Bölüm: Sinsi İngiliz siyasetini Risale-i Nur mağlûp etti

Altıncı Bölüm: Dindar İsevîlerin bir temsilcisi AB’dir

***

8. “AB bize şöyle baktı böyle dedi…”

Altınoluk dergisinin Haziran 2000 tarihli 172. sayısında yayınlanan Akif Vezir imzalı ve “Diyanet’in Avrupa Birliği Şûrâsı... ‘Avrupalı Diyanet’” başlıklı yazıda 5 Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 3-7 Mayıs 2000’de İstanbul’da gerçekleştirilmiş olan “Uluslararası Avrupa Birliği Şûrâsı” değerlendirilmiş. Şu bilgiler özellikle önemli: 

Şûrâ, varılan sonuçlar açısından da iyi bir performans sergiledi. Diyanet’in yeniden yapılanması gerektiği, kurumun hedef kitlesinin değiştiği, dolayısıyla bu hedef kitleye ulaşılabilecek nitelikte personel yetiştirilmesi zarureti gibi bir dizi teklif ve karar Şûrâ’nın düzenlenme amaçlarına uygun bir muhtevadaydı. Sonuçta Şûrâ’nın amacına ulaştığı söylenebilir. Ama alınan kararların hayata geçirilmesi ne derece mümkün olacak, işte o nokta biraz şüpheli; zira bundan önce Diyanet’in gerçekleştirdiği bu tür organizasyonlarda alınan kararların akıbeti bu konularda şûrâ toplayıp karar almanın yeterli olmadığını gayet açık olarak gösterdi. Bir konuda herkes müttefik: Bu tür organizasyonlar sadece bir başlangıç. Yoğun bir bürokratik yapı içerisinde hassas konumu ile Diyanet Şûrâ kararlarının ne kadarını uygulayabilecek, açıkçası, bunu zaman gösterecek.

Yine Altınoluk Dergisi’nin Temmuz 2004 tarihli 221. sayısında yer alan ve Ali Rıza Temel tarafından kaleme alınmış olan “Avrupa Birliği ve Dini Etkileşim” başlıklı makalede 6 yer alan şu cümleler derginin zaman içinde bu konuda geldiği noktayı göstermesi bakımından önemlidir: 

Ülkemizin Avrupa Birliği’ne girme sürecinde insanımızın dinî manada bir asimilasyona uğramaması için çok yönlü tedbirler almak gerekmektedir. Sınırların kalktığı iletişim çağında içe kapanık yaşamak, korumacılık siyaseti gütmek kolay değildir. AB’ye girildiğinde zaten bütün koruma duvarları ortadan kalkacak, dinî propagandalara karşı tedbir alma imkânı kalmayacaktır. Her tarafta kiliselerin boy gösterdiği, çanların çaldığı, misyonerlik propagandalarının ayyuka çıktığı bir Türkiye düşünecek olursak bu durumun bizi çok ciddî tedbirler almaya sevk etmesi gerekir. Bu tablo karşısında duyarsız kalmak İslâmî hassasiyetle bağdaşmaz. Özellikle gençlerimizin manevî ve kültürel altyapısını geliştirmek, kimliğini korumaya yönelik resmî ve sivil faaliyetlerde bulunmak hem dinî, hem de millî bir görevdir. Bizi millet olarak tarih sahnesinde bugüne kadar ayakta tutan en büyük güç İslâmiyettir. İslâm’dan uzaklaşan Türklerin millî kimliklerini de kaybettikleri bir gerçektir. Bugün Batı ülkelerinde bulunan ve çoğunluğunu işçi vatandaşlarımızın teşkil ettiği insanlarımızı eriyip kaybolmaktan koruyan İslâmî duyarlıklarıdır. Bu hassasiyetin devam ettirilmesi hayatî önem arz etmektedir. Gönül ve kafaların işgali toprak işgalinden daha tehlikelidir. Bağımsızlık şuuruna sahip olanlar işgal edilen topraklarını günün birinde mutlaka kurtarırlar. Tarih buna şahittir.  

Gönlü ve kafası işgal edilenler ise ülkelerini gönüllü olarak feda edebilirler. Ülkemizin özellikle AB’ye giriş sürecinde ve sonrasında “manevî bir işgale” uğramaması için insanımızı dinî ve kültürel yönden güçlü şekilde techiz etmemiz gerekmektedir. Dışarıdan gelecek yıkıcı cereyan ve saldırılara karşı durabilmek için “iman dolu göğüs”lere, bilgi ve irfan yüklü kafa ve gönüllere ihtiyaç vardır. Ayrıca Batıyı, Batı dillerini, Batının kültürel ve manevi değerlerini iyi bilen, bunları bizim değerlerimizle karşılaştırabilen uzmanlara ihtiyaç vardır. Avrupa’ya uyum sağlamak uydu olmak değildir. Batı dünyasının onurlu bir üyesi olmak milli onurumuza sahip çıkmakla mümkündür.

Bu örnekten de görüleceği üzere dinî grupların konuya bakışı net ve ilkesel değildir ve önemli ölçüde konjonktüreldir. 

C. Risale-i Nur Ekolü ve Avrupa Birliği

Diğer dinî ve sosyal gruplardan farklı olarak Nur Talebelerinin AB konusundaki tutumu ilkeseldir ve nettir. 

Bediüzzaman’ın 1960’ta vefatından önce, 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Birliği ve 1957’de de Avrupa Ekonomik Topluluğu ve başka bazı birlikler kurulmuştu. Bunlar sonraları “Avrupa Toplulukları” olarak anılmaya başlandı. Böylece Avrupa’da, Birliği genişletme, kuvvetlendirme ve derinleştirme fikri gelişmiş ve süreç hızlanmıştı. Gelinen noktada bu amaca önemli ölçüde yaklaşıldığı anlaşılmaktadır. 

Bediüzzaman’ın vefatından sonra talebeleri AB konusunda genellikle olumlu yönde net bir tavır içinde olmuşlardır. Bununla birlikte, istisnaen, camia içinde bazı meşhur isimler Bediüzzaman’ın Avrupa Birliği’ne taraftar olmadığını ve olamayacağını da savunmuşlardır. Ancak bu görüşler ekseriyet tarafından daima eksik bilgiye veya önyargıya dayalı marjinal görüşler olarak kabul edilmiş ve görmezden gelinmiştir. 

Buna karşılık Avrupa Birliği’ne üye olmamız gerektiğine inanan bazı Nur Talebeleri, son beş senede biraz da siyasî iktidarın yönlendirdiği basının etkisi altında kalarak, “AB, artık eski AB değil, bizi almaz, o halde ısrarcı olmaya gerek yok, biz de kendi Birliklerimizi kurmaya ya da doğuda paktlar aramaya bakarız” demeye başlamışlardır. Ancak böyle düşünenler de Risalelerde yer alan ve aşağıda yer vereceğimiz delilleri okudukça Türkiye’nin neticede yönünü Batı’ya çevirmesi gerektiği konusundaki inancını yeniden hatırlamakta ve hatta pekiştirmektedir.

Risale-i Nur okuyan gruplar içinde AB konusunda en net tavrı hiç şüphesiz Yeni Asya Gazetesi ve okuyucuları göstermektedir. 

Bu durumun iki sebebi vardır: Birincisi Yeni Asya okuyucuları Risaleleri Yeni Asya müktesebatının da yardımıyla okumakta ve dolayısıyla ortak yorum malzemelerinden ortak yorum sonuçlarına ulaşmaktadır. 

İkincisi de Yeni Asya okuyucuları iktidarların AB konusundaki ikircikli tavırlarından etkilenmemeye endeksli bir düşünme kalıbına sahip olduklarından kendi fikrî istikametlerini kolay kaybetmemektedirler.  

Bununla birlikte bu istikametin delillerinin ve gerekçelerinin ortaya konulması faydalı olacaktır. Aşağıda bu deliller üzerinde durulmuştur. 

Başta ifade edelim ki bütün Risale-i Nur Külliyatı bir bütün olarak değerlendirilmeksizin sadece bazı cümlelerden yola çıkıldığında AB’ye karşı çıkılması gerektiği dahi söylenebilir. 

Meselâ, Bediüzzaman’ın 1919’da Sünûhat adlı Risalesindeki meşhur “Rüyada Bir Hitabe”de yer verdiği şu cümle bu tür bir yanlış kapıyı açabilir: 

“Şark husûmeti, İslâm inkişafını boğuyordu; zâil oldu ve olmalı. Garp husûmeti, İslâm’ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı.”

Yani “Müslümanların Doğuya, İslâm Toplumuna ve kültürüne düşmanlık etmesi İslâm’ın gelişmesini engelliyordu; bitti ve bitmeli. Müslümanlarda bulunan ya da bulunması gereken Batı düşmanlığı ise İslâm’ın birliği ve mü’minler arasındaki kardeşlik bağlarının gelişmesi için en etkili sebeptir; sürdürülmeli.”

Bediüzzaman bir yandan bu hüküm cümlesinde olduğu üzere Batı’ya düşmanlığın baki kalmasını isterken, öbür taraftan da aynı yıllarda kaleme aldığı Notalar Risalesi’nde Avrupa’yı Müsbet ve Menfi Avrupa olarak ikiye ayırmaktadır. 

O halde konuya tek delilden bakmamak ve bütün delillerin ortak hükmünü elde etmek bir zarurettir. Biz de aşağıda bunu yapmayı deneyeceğiz.

III. Bediüzzaman ve Avrupa Birliği 

A. Genel Değerlendirme

1. Öncelikle ifade edelim ki İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa Birliği’nin kuruluş fikri çimlendiğinde ve 1951 yılında ilk kurumsal yapısı olan Avrupa Kömür ve Çelik Birliği kurulduğunda Bediüzzaman hayatta idi ve dünya siyaseti ile de belli bir ölçüde ilgili idi. 

Dolayısıyla bu Birliğin kuruluşundan, talebelerince takip edilip kendisine bildirilen gazete haberleri ya da radyo haberleri vasıtasıyla haberdar olmuş olması beklenir. 

Ancak Risale-i Nur Külliyatı'nda ve görebildiğimiz kadarıyla talebelerinin naklettiği hatıralarda, Bediüzzaman’ın bu Birliğin kendisine ve Türkiye’nin Birliğe üyelik ihtimaline dair herhangi bir açık bilgi ve beyanı bulunmamaktadır. 

2. Bu sessiz kalışın iki sebebi olabilir: 

Birincisi, gazete haberlerinde yer alan ve Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’nin üye sayısı itibariyle kapalı ve sınırlı ve salt iktisadî bir birlik olduğu yolundaki yanlış ya da eksik bazı bilgiler, Bediüzzaman’ın konu hakkında bilgisiz ya da konuya ilgisiz kalmasına sebep olmuş olabilir. 

İkincisi ise Bediüzzaman bu Birlik hakkında bilgilenmiş, konuyla ilgilenmiş, ancak Birliğin ismini açıkça vermeye gerek duymamış olabilir. 

Aşağıda yer vereceğimiz alıntılar bu ikinci ihtimalin daha kuvvetli olduğu fikrini uyandırmaktadır. 

B. Bediüzzaman’ın AB Konusundaki Pozitif Tutumunun Delilleri

1. Avrupa’ya karşı tasnifçi bakış

Bediüzzaman Avrupa fikrini ve fikriyatını ikili bir tasnife tabi tutmakta ve vahiyden beslenen Avrupa fikri ile hedonizmden beslenen Avrupa fikrini birbirinden ayırarak aynı kıt'ada ve aynı sahada birbiriyle mücadele halinde olan bu “iki Avrupa”nın aslında birbirine düşman olduğunu tesbit etmektedir. 

Bu iki Avrupa’dan birincisi İslâmiyet’e dosttur ve İslâmiyet ile ittifak edecektir. İkincisi ise hem İslâmiyet’e ve hem de Hıristiyanlık başta olmak üzere bütün semavî dinlere düşmandır. Dolayısıyla Birinci Avrupa ve İslâmiyet İkinci Avrupa’nın ortak düşmanıdır. 

Çıkış kaynağı, sahip olduğu değerler ve hedefleri itibariyle AB İkinci Avrupa fikrinden ziyade Birinci Avrupa fikrine daha yakın durmaktadır. Türkiye’nin AB’ye girmesi bu birinci Avrupa’yı güçlendirecek, ikinci Avrupa’ya karşı ona ruh ve kuvvet üfleyecektir. 

İşte delillerimiz:

2. AB; kısa tarifi ve kısa tarihi

“Ortak Avrupa” ya da “Tek Avrupa” fikri esasen Roma Cermen İmparatoru Şarlman'dan yani 700'lü yıllardan bu yana bir idealdir.

Bu idealin en önemli sebebi savaşlardan kurtulmaktır. 

Bu idealin en önemli amaçları; barış içinde yaşamak, birleşerek güçlenmek, daha fazla sömürmek gibi olumlu ya da olumsuz hedeflerdir. 

Bu idealin fikrî ve coğrafî sınırları, şekli ve aşamaları hususunda da çok çeşitli telâkkiler ortaya atılmıştır. 

Bu “birlik olma” ihtiyacının iki dünya savaşı ile şiddetlendiği açıktır. Bediüzzaman’ın 1920 öncesinde Sünûhat’ta “ihtiyaç medeniyetin üstadıdır” diyerek ifade ettiği üzere, bir tür zarurî ihtiyaç sonucu olarak “yıkmaktan yapmaya” geçiş dönemine ve bunu sağlamak için de “Birlik fikri”ne geçildiği anlaşılmaktadır. 

Nitekim bu konu Avrupa Birliği’nin Türkçe resmî web sayfasında şu cümlelerle anlatılmaktadır:

Schuman Deklarasyonunun bir sonucu olarak, 1951 yılında, Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda’dan oluşan 6 üye ile Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) kuruldu. Söz konusu Topluluğun Yüksek Otoritesi’nin ilk başkanı ise, Schuman Deklarasyonu’na ilham veren bu fikrin sahibi Jean Monnet oldu. Böylece, savaşın ham maddeleri olan kömür ve çelik, barışın araçları oluyor; dünya tarihinde ilk defa devletler kendi iradeleri ile egemenliklerinin bir kısmını ulusüstü bir kuruma devrediyordu.8 

3. Eski Avrupa ve yeni arayışlar

Unutulmamalıdır ki sanayi devrimi öncesinde savaşlar “cephe savaşları” biçimindeydi ve genellikle sadece askerlerin öldüğü bir çatışma hali idi. Siviller kitlesel olarak “savaşın ortasında” kalmıyordu. 

Oysa uçağın icadı, kale ve cephe kavramını ortadan kaldırdı. Savaşlar hava aktarmalı orduların ulaşabildiği her yere ve dolayısıyla bütün köylere, kasabalara ve hatta şehirlere yayıldı. 

Bu değişim, savaş sebebiyle yaşanan sivil kayıplarını ve zulümleri olağanüstü arttırdı.  Önceki dönemlerde “savaşların neticesiyle ilgili” olan siviller artık savaşların içine düştüler ve “savaşın kendisiyle ilgili” hale geldiler. 

Elbette demiryolu ve deniz savaş filoları da bu kötü gidişata katkı yaptı. 

Bu savaştırıcı teknik “gelişmelere”, ideolojiler ve onların borazanı olan kitle eğitimi ve basın destek oldu. 

Böylece, sanayi devrimiyle birlikte, Ortaçağ’ın “kale kapıları”, ülkelerin “sınır kapıları”na dönüştü. Kale duvarları, ülkelerin tel örgülerine ve mayınlı alanlarına dönüştürüldü. 

“Devlet” tarafından verilen ve dolayısıyla bir ucu devletin elinde olan “vesikalık fotoğraf”lı “pasaport” ve “kimlik” icat edildi ve devlet büyüdü, irileşti; fertler devlete –tabiri caizse- göbekten bağlı hale geldi. 

Ve nihayet bu gidişata, sanayi toplumunun vazgeçilmezleri olan; piyango, pazarlama, kâğıt para ve banka, sermaye, emek ve sınıf çatışması gibi kurum ve kavramlar eklenince, küresel zulmün bütün araçları tamam olmuş oldu. 

Bu menfi ve dehşetli gidişat yeni bir insan hakları teorisine ve yeni bir adalet anlayışına duyulan ihtiyacı arttırdı.Ve nihayet bu gidişata, sanayi toplumunun vazgeçilmezleri olan; piyango, pazarlama, kâğıt para ve banka, sermaye, emek ve sınıf çatışması gibi kurum ve kavramlar eklenince, küresel zulmün bütün araçları tamam olmuş oldu. 

Dipnot:

8- https://www.ab.gov.tr/_105.html 

—Devam edecek—

Okunma Sayısı: 4056
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Oğuz Yiğiter

    12.6.2021 08:19:54

    Bu yazı serisi ile ilgili takdirimi ilk bölümde ifade etmiş idim. Bu bölüm için, özellikle kullanılan "avrupa ikidir." sözü beni yine birşeyler yazmaya zorladı. 40-50 sene risale okuyup, bilhassa 5. Notayı defalarca okuyup da daha sonra siyasal islamın toptancı yaklaşımlarının peşine takılan ihvanlara gelsin bu bölüm de diyesim geldi. Tebrikler, dualar...

  • Sezai MUMCU

    11.6.2021 03:06:48

    1) Bahsettiginiz Sünuhattaki '...Garp husûmeti, İslâm’ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebeptir; bâki kalmalı.” İfadesi IKINCI AVRUPA icin hâlâ gecerli. Merhum ve muazzez Üstadimiz Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Birinci Avrupa yı anlatırken LAHIKALARDA Avrupa’da zalimlerin zulmüne maruz kalan insanların lehine izahatlar yapıyor. Rusya'da esareti, firari Petersburg, Varsova, Berlin, Viyana, Bulgaristan üzeri vatana avdetinden sonra DESSAS İNGİLİZ MÜSTESNA olmak üzere Avrupa yı sosyal gerceklerı bizzat görerek, yaşayarak ikiye ayırıyor. Dessas İngiliz ise dessasane Gladstone Planını/Kur’an düsmanligini bugün dahi uygulamasından ötürü GARP HUSUMETİNİ /İkinci Avrupa olarak diri tutmaktadır.

  • Sezai MUMCU

    11.6.2021 03:06:28

    2) Biz Avrupa da Diyaloğumuzu bu hakikatler üzerinden yürüttük. Ve tesbit ettik ki İslam'ın ve Müslümanların Avrupa yı tamamen peşin hükümle kötülemediğini, gayet müdakkik ayırım yaptığını onlara onlar icin de inmis bir Ayetle Allah'in rahmeti hakkinda ümitvar olamalarinin gerektigini isbatlayarak anlattık ve bu kanaatle beraber Allah'in kendilerinin de iman ettigi ayni ve tek YARATICI/HALIK oldugu muhataplarımızda da oluşmuştur. Bugün Avrupa'da akla karayı ayırdeden İslam ile barışık -şer odaklarının tüm önleyici gayretlerine rağmen- giderek güçlenen müsbet İKİNCİ AVRUPA vardır!

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı