"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ezanı aslına çevirmek, demokratların ilk icraatı oldu

Cevher İLHAN
16 Haziran 2013, Pazar
Ezân-ı Muhammedî’nin aslına çevrilmesi, 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara gelen Demokrat Parti hükûmetinin ilk kararı ve Meclis’e sunduğu ilk tasarısı ve Demokrat iktidarın çıkardığı ilk kanun ve ilk temel icraatı olmuştur.

ON DÖRT ASIRLIK EZÂN, 18 TEMMUZ 1932’DE TAHRİF EDİLİR!
Dinin devlet tarafından dizaynı olarak tatbik edilen laiklikle, demokrasi rafa kaldırılır, millet irâdesi devre dışı bırakılır. Din, Ezânla kontrol altına alınmak ve şekillendirilmek istenir. İslâmın temel şeâirlerinden olan Ezâna ilişilmesi, Müslüman halkta büyük bir rahatsızlık ve huzursuzluk meydana getirir. Bunu fark eden mihraklar, Ezânda dururlar, ileri gitmezler, ama millet de bu emr-i vâkiyi asla hazmedemez. Fırsat buldukça Ezânı gizli olarak Arapça okur. Bundandır ki işgüzârların da istimaliyle kanunun çok ötesinde ağır cezâlar verilir. “Ezân yasağı”yla zulüm estirilir.
Esasen “Din dilinin Türkçeleştirilmesi”ne 1928’lerde yeltenilir. İnkılâpların temelini teşkil eden “dinden tecrid” zihniyetiyle dayatılır. İlahiyat Fakültesinin öncülüğünde, “İslâm dininde reform ve modernleşme”yi üniversite kanalıyla Millî Eğitim Bakanlığına dikte ettirmek üzere, tarihçi, ilahiyatçı, psikolog ve felsefecilerden bir komisyon kurulur.
“Kâbe Arab’ın olsun bize Çankaya yeter” terâneleri ortasında, yeni rejimin ideologu Ziya Gökalp’ın, şiirindeki “Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur / Köylü anlar manasını namazdaki duânın... / Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’ân okunur, / Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda’nın. / Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!” mısraların maksadı budur...
Önce Aralık 1931’de M. Kemal’in emriyle dokuz hâfız, Dolmabahçe Sarayı’nda Ezânın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başlar. Kur’ân’ın Türkçe tercümesi ilk kez 22 Ocak 1932 tarihinde İstanbul’da Yerebatan Camii’nde Hâfız Yaşar (Okur) tarafından okunur. Sekiz gün sonra da 30 Ocak 1932 tarihinde ise ilk Türkçe ezan, Hafız Rifat Bey’e Fatih Camii’nde okutulur. 3 Şubat 1932’ye denk gelen Kadir Gecesi’nde de, Ayasofya Camii’nde Türkçe Kur’ân, tekbir ve kamet getirtilir.
Ve 18 Temmuz 1932’de Diyanet İşleri Başkanlığı’na yayınlatılan “genelge”yle  bütün yurtta Ezânın Türkçe tercümesinin okunması tamim edilir. Ülkedeki bütün camilerde cebren “Tanrı Uludur!” diye başlayan “Türkçe ezan” dayatılır. Takip eden günlerde, yurdun her tarafındaki Evkaf Müdürlüklerine “Türkçe ezan metni” gönderilir.

“ARAPÇA EZÂN VE KAMETE CEZA”!
Peşinden yine tek parti döneminde 2 Haziran 1941 tarihinde çıkarılan 4055 sayılı kanunla, “Arapça lisanını eski zihniyete, eski ananelere bağlayan tesirlerinden halkı kurtarmak” gerekçe ileri sürülerek “Arapça Ezân yasağı” resmen kanun kapsamına alınır. Ceza Kanununun 526’ncı maddesini tadil etmek suretiyle, bildiğiniz ‘Arapça Ezan ve Kamet okuyanlar’ terimini kullanarak bu suçu işleyenlerin cezalandırılması yasa kapsamına alınır. Ezânın ve kametin aslî/Arapça okunması “yasaklanır!” 
Böylece Milâdî 622’de Medine’de bizzat Hz. Peygamber’in (asm) tâlimiyle Bilâl-i Habeşî’ye okutulan Ezân-ı Muhammedî, 18 Temmuz 1932’ye kadar Anadolu semâlarında “Allah-û Ekber” nidalarıyla aslına göre okunur. Böylece, on dört asırdır Müslümanları namaza çağıran İlâhî dâvet Ezân değiştirilir ve aslından uzaklaştırılıp bir başka hale sokulur…

EZÂN VE KAMETE “CÜRM-Ü MEŞHUT!” MUAMELESİ…
Asırlardan beri Anadolu üzerinde yankılanan “Allah-û Ekber” sadâlarının susturulduğu bu tarihlerde cebrî ve keyfî olarak dayatılan “Türkçe ezanı” okumayıp Ezân-ı Muhammedîyi aslına göre okuyanlar ve kamet getirenler derdest edilir, hapse gönderilir, cezâlandırılır.
İşte bu dehşetli günlerde Kur’ân müfessiri Bediüzzaman Said Nursî, sürgün olarak gönderildiği Isparta’nın Barla nahiyesinde kendi tamir ettiği küçük Muş Mescidinde birkaç köylüye imamlık yapar. Tam da Ezânın resmen yasaklandığı 18 Temmuz 1932’de bir gün ani bir baskınla “cürm-ü meşhut! (suçüstü!)” yapılarak yakalanırlar!
Nahiye Müdürünün mârifetiyle, kır bekçisi ve birkaç jandarma neferi camiye önceden gizlenerek Ezân ve kameti okumalarını bekler. Nihayet her zaman olduğu gibi, Arapça Ezân ve kamet okurlar. Bunun üzerine üç-beş mâsum insanı, bir köy mescidinde sırf “Allah-û Ekber” dedikleri, Ezân-ı ve kameti aslına göre okudukları için birer “suçlu” olarak yakalayıp Eğridir’e sevk ederler. Bu ibretli hacalet levhası, o günlerin canlı şâhidlerinin ağzından kayıt altına alınır. Bediüzzaman’ın Muş Mescidi’nde müezzinlik yapan ve 1974’te 91 yaşında vefât eden Şem’î Güneş bunlardan biridir. (Necmeddin Şahiner”, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 308)

“MİLLETİN MUKADDERÂTIYLA OYNAYAN KOMİTE”
Bediüzzaman “Mektûbat” adlı eserinin “Yirmi Dokuzuncu Mektub’un Altıncı Risâle olan Altıncı Kısmın Zeyli, Es’île-i Sitte” başlığı altındaki bölümde bu hâdise hakkında önce bir izâhatta bulunur: (Mektûbat, 417-9)
 “İstikbâlde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, şu mahrem zeyil yazılmıştır. Yani, ‘Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!’ denildiği zaman yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır. Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında vahşî reislerinin sağır kulakları çınlasın! Ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zâlimlerin görmeyen gözlerine sokulsun! Ve bu asırda, yüz bin cihette ‘Yaşasın Cehennem’ dedirten mim’siz medeniyetperestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzıhâldir (dilekçedir).
Akabinde, “O bize yollarımızı dosdoğru gösterdiği halde, bize ne oluyor ki Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız ezalara sabredeceğiz. Tevekkül etmek isteyenler Allah’a güvensinler” (İbrahim Sûresi, 14:12) meâlindeki âyetin tefsiriyle, sözkonusu zulme karşı sabır ve tevekkülün mânâsını nazara verir.
Öncelikle Ezân ve kamete baskının altındaki maksadı deşifre eder: “Bu yakınlarda ehl-i ilhâdın (dindan çıkanların) perde altında tecâvüzleri gayet çirkin bir suret aldığından, çok biçâre ehl-i imana ettikleri zalimâne ve dinsizcesine tecâvüz nevinden, bana, hususî ve gayr-ı resmî, kendim tamir ettiğim bir mâbedimde hususî bir iki kardeşimle hususî ibâdetimde, gizli ezân ve kametimize müdahale edildi. ‘Niçin Arapça kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?” denildi. Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitap olmayan öyle vicdansız alçaklara değil, belki milletin mukadderâtıyla keyfî istibdatla oynayan firavunmeşrep komitenin başlarına derim ki” diye başladığı mevzuda, altı sualine cevap ister.

YASAKLA “ZULÜM VE KEYFÎ ALÇAKLIK…”
İlk olarak, “Dünyada hükümet süren, hükmeden her kavmin, hattâ insan eti yiyen yamyamların, hattâ vahşî, canavar bir çete reisinin bir usûlü var, bir düsturla hükmeder” tesbitinden sonra, “Siz hangi usûlle bu acip tecâvüzü yapıyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz. Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz?” sorularını sorar.
Peşinden hususî bir mâbede ilişecek kadar ileri gidilip Ezân ve kameti yasaklamaya varılmasını, insanlıkta, özellikle bu hürriyet asrında medeniyet dairesinde hükümferma olan vicdan hürriyeti prensibini kırmak ve hafife almak ve insanlığı hakir görüp itirazını hiçe saymak olarak nitelendirir. “Hangi kuvvete dayanıyorsunuz? Hangi kuvvetiniz var ki, siz kendinize ‘lâdini’ (din dışı) ismi vermekle ne dine, ne dinsizliğe ilişmemeyi ilân ettiğiniz halde, dinsizliği mutaassıbâne kendine bir din ittihaz etmek tarzında, dine ve ehl-i dine böyle tecâvüz, elbette saklı kalmayacak, sizden sorulacak. Ne cevap vereceksiniz?” sualini tevcih eder. 
Devamında, “Türkçe ezan ve kamet”in zorakî dayatılarak aslına göre ezan ve kametin yasaklanıp “suç” sayılarak cezâlandırılmasının “zulüm ve keyfî alçaklık” olduğunu belirtir. “Öylelerin keyfine tâbi değiliz ve tanımayız!” duruşunu ve direncini gösterir.
Ezan yasağı dayatmasının, “İslâmiyetle eskiden beri imtizaç ve ittihad eden, ciddî dindar ve dinine samimî hürmetkâr Türklük milliyetine bütün bütün zıt bir surette, frenklik mânâsında Türkçülük namıyla, tahrifdârâne ve bid’akârâne bir fetvâ olduğunu” belirtir. “Hakikî Türklere pek hakikî dostâne ve uhuvvetkârâne (kardeşçesine) münasebettar olduğum halde, böyle sizin gibi frenkmeşreplerin Türkçülüğüyle hiçbir cihette münâsebetim yoktur” diye bunun “vahşi bir usûl olduğunu” ve şahısların sırf keyfî emirlerine uyulmayacağını bildirir. 
Aslında Bediüzzaman’ın, Ezânın ve kametin yasaklanmasına karşı, “Siz hangi usûlle bu acip tecâvüzü yapıyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz. Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz? Çünkü böyle hususî ibâdâtta kanun yapılmaz ve kanun olamaz” sözleri, Ezan ve kametin Türkçe okunmasının cezaî – zecrî zorunlu kılınmasının ne denli hukuksuz ve kanunsuz olduğunu ortaya koyar…

EZÂN YERİNE “O ŞARKI” VEYA “VATAN ŞARKISI”
Gerçek şu ki, Demokrat Parti’nin İslâmın temel şeâirlerinden (esas ve alâmetlerinin başında gelen) Ezân üzerindeki yasağı iktidarının ikinci haftasında âcilen gündeme getirip büyük bir irâde ve kararlılıkla kaldırması, demokratik irâdeye şahâne bir örnektir ve anlamlı derslerle doludur. Buna mukabil, Ezânın yasaklanması, laikliğin ilânından sonra “Ezânın asliyetinden çıkarılması”, “dinden tecrit” programının bir sonucudur.
Bu “din dışı program”la, Barlalı Mehmet Abbas’ın nakliyle Bediüzzaman’ın “o şarkı” ve “vatan şarkısı” olarak tâbir ettiği “Türkçe Ezân”la camilere bid’at sokulur. Camilerde Ezân yerine ondört asırdır onca zulüm ve fetret devrine rağmen görülmemiş bir uygulama büyük bir baskıyla keyfî ve cebrî olarak dayatılır.
Ezânı aslıyla okuyanlar belli süreler tutuklu kalsalar da mahkeme kararıyla beraat ederler; ama baskılar da devam eder. İkinci Dünya Savaşı yıllarında kıtlık ve savaşın onca mağduriyeti altında aslına göre Arapça Ezân okuyanlar hapse atılır. Devlet, dinini yaşamak ve gereğini yapmak isteyen vatandaşlarla karşı karşıya getirilir. (M. Serhan Yücel, Demokrat Parti, 84)

“EZÂNI TAHRİF, NURANÎ ZİNCİRİ TAHRİPTİR”
Hakikat şu ki, Ezân şahsî farzlardan daha ehemmiyetli olan “İslâmın şeâirinden (alâmetlerinden)” olarak “hukukullah (Allah’ın hukuku)” ve “hukuk-u umumiye (umumî hukuk)” sayılır. Ezânın aslından çıkarılması, Bediüzzaman’ın tesbitiyle, “Bütün bid’alar dalâlettir ve bütün dalâletler de Cehennemdedir” (Müsned, 3.310,337; Nesâî, 3: 188) hadis-i şerifiyle haber verilen bid’attır. Bütün Müslümanların hissesinin bulunduğu umumu alâkadar eden bir “İslâm şeâiri”dir. Ezânın değiştirilmesi, bütün Müslümanların hukukuna tecâvüzdür. “Asr-ı Saadetten şimdiye kadar bütün eâzım-ı İslâmiyenin (İslâm büyüklerinin) o nurânî zincirleri koparmaktır, tahrip ve tahrif etmektir.” (Mektûbat, 385-6)
“İslâm şeâirindeki en mühim tahavvülat (değişim, dönüşüm, tağyir ve dejenere) zamanında bütün kuvvetiyle şeâirin muhâfazasına kendini hizmetle mükellef bilen” Bediüzzaman, Ezân gibi şeâirin tahrip ve tahrifini “herc-ü mercdeki fırtınalar”dan görür. (Lem’alar, 58)
“Taabbüdî” denilen, emrolunduğu için yapılan şeâirin, zâhirî ve sathî “maslahatlar”la değiştirilemeyeceğini, indî faydalar için şeâri değiştirmenin büyük hata olduğunu açıklayan Bediüzzaman, buna Ezânı misâl verir:
 “Meselâ, biri dese, ‘Ezânın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır. Şu hâlde bir tüfek atmak kâfidir.’ Halbuki, o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezâniye (Ezanın maslahatları) içinde o bir maslahattır. Tüfek sesi o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına, yahut o şehir ahâlisi nâmına, hilkat-i kâinatın netice-i uzmâsı ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezânın yerini nasıl tutacak?”

“EZÂN ŞEÂİRİ, CEMİYETE AİT BİR UBÛDİYETTİR”
“Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bid’attır. Bid’atlar ise, ‘Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim’ (Mâide Sûresi, 5:3) sırrına münafi (aykırı) olduğu için, merduttur’ hükmüyle, “iki dünya saadetini temel taşı” ve “kemâlâtın madeni ve menbaı” olan Sünnet-i Seniyye ve şeâirin bu ehemmiyetindendir ki, Bediüzzaman, şeâirin başında gelen Ezâna ehemmiyet verir. (Lem’alar, 108)
“Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim” (Mâide Sûresi, 5:3) âyeti sırrıyla, “şeriatın kaideleri ve Sünnet-i Seniyye düsturları tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut -hâşâ ve kellâ- nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir” tefsirini yapan Bediüzzaman’ın, “Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. Şeâir, adeta hukuk-u umumiye nev’inden, cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevi şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. Nafile nev’inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir” beyânı, “cemiyete ait bir ubudiyet” ve “İslâmiyet alâmetleri”nden olan Ezânın ehemmiyetini okutturur. (Lem’alar, 105)

EZÂN; DEMOKRATLARIN İLK KANUNU VE İLK İCRAATI…
Ezân-ı Muhammedî’nin aslına çevrilmesi, 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara gelen ilk Demokrat Parti hükûmetinin ilk kararı ve Meclis’e sunduğu ilk tasarısı ve Demokrat iktidarın çıkardığı ilk kanun ve ilk temel icraatı.
“Demokrat misyon”un din ve vicdan hürriyeti ve hizmeti hususunda yaptığı hizmetlerin ilk numûnesi olan Ezân-ı Muhammedî’nin üzerindeki yasağının kaldırılması için bizzat merhum Başvekil Menderes’in tâlimat ve teşebbüsüyle çalışmalara başlanır.
Evvela daha iktidarın ikinci haftasında 14 Haziran günü Demokrat Parti grubunda konu görüşülür. Ardından Adalet Komisyonu’nda üzerinden 48 saat geçmeden kanun lâyihası (tasarısı) Meclis’in huzuruna getirilir.
Aslında daha ilk günde “Ezân meselesi”nin üzerinde hassasiyetle durularak ve ehemmiyet verilerek Meclis’te ivedilikle görüşülmesine karar verilir. İşin hukukî ve kanunî altyapısı oluşturulur.
Tokat milletvekili Ahmet Gürkan’ın 31 Mayıs 1950 ve Kayseri milletvekili İsmail Berkok Paşa ile 13 arkadaşının 2 Haziran 1950’de Ezanın aslına çevrilmesi hususunda iki teklif meclise vermelerinden sonra Başvekil Adnan Menderes’in 5 Haziran 1950’de Zafer Gazetesi’ndeki mülâkatıyla tartışmalar başlar.
Köprü dergisinin Bahar-99 tarihli 66. sayısında Abdülhalim Yener’in “Ezanın Aslına Çevrilmesi ve Basındaki Yankıları (5-18 Haziran 1950)” başlıklı araştırmasına göre, Zafer Gazetesi başyazarı Mümtaz Faik Fenik’in sorusu üzerine Adnan Menderes, “Ezanın Türkçe okunmasına mukabil cami içinde bütün ibadet ve duâların din dilinde olması garip bir tezad teşkil eder gibi görünür” dedikten sonra, “Şimdi meselenin lâiklik ve vicdan hürriyeti bakımından halline sıra gelmiştir. Dinî, siyasete karıştırmak ve dinî ibâdetler âmme nizâmına ve umumî âdaba aykırı olmamak şartıyla herkesin dinî vecibe ve ibadetlerini serbestçe yerine getirebilmesi vicdan hürriyeti ve lâiklik esası bu anlayışa göre tesbit edilmiştir” beyânında bulunur.
Ardından da, “Hükümet olarak ezan meselesi hakkında görüşümüz bundan ibarettir. Ancak kanunî hükümlerle de alâkalı olan bu meselenin gerek prensip, gerekse grubumuzca lüzum görüldüğü takdirde kanunda değişiklik yapmak bakımından Meclis Grubumuza arzı ve Grubumuzca alınacak karara göre olunması pek tabîidir” diye konuşur. (Zafer, 5.6.1950; Sebilürreşad, c. IV. S. 80, Haziran 1950. s. 71)

CEVHER İLHAN

 — DEVAM EDECEK—
 
 
 
Okunma Sayısı: 5897
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı