Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, idarecilerin asayişin temininde dikkat etmesi gereken önemli bir kuralı hatırlatır: “Vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değildir.”
İdareciler zaman zaman bu kuralın dışına çıkarak kalbe de bakmaya başlayınca ciddî problemler ortaya çıkmaktadır. İdarecilerin bu yanlışına itiraz eden Said Nursî, “Ben değil sizi, belki dünyanızı sevseydim, dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyorum. Fakat karışmıyorum. Çünkü ben başka maksattayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış. Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe bakmak değil. Çünkü idarenizi, âsâyişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı vakit, ne hakkınız var ki, hiç lâyık olmadığınız halde ‘Kalb de bizi sevsin’ demeye?” diye sorar.1
Üstad Hazretleri, İslâmın dünyadaki genel asayişin sebebi olduğu, diğer ifade ile sulh-u umumiyi İslâm dininin gerçekleştireceğini şöylece hatırlatır: “Artık bütün insanları kardeş yaparak yemyeşil Cennetlerin Nurlu ufuklarından esen refah ve saadet, huzur ve âsâyiş rüzgârıyla dalgalanan âlem-şümûl bir bayrak altında toplayacak olan yegâne kuvvet, İslâmdır. Zira beşeriyetin bugünkü hali, tıpkı İslâmdan evvelki insan cemiyetlerinin acıklı halidir. Bunun için insanlığı o günkü ebedî felâketten kurtaran İslâm, bugün de kurtarabilir.” 2
Said Nursî, telif ettiği Mesnevî-i Nuriye’de ise ehl-i imanı mimsiz medeniyete sevk etmekle asayişin temin edilemeyeceğini izah eder: “Sizin cebren böyle ehl-i imanı mim’siz medeniyete sevk etmekteki maksadınız, eğer memlekette âsâyiş ve emniyet ve kolayca idare etmek ise, kat’iyen biliniz ki, hata ediyorsunuz, yanlış yola sevk ediyorsunuz. Çünkü itikadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fâsıkın idaresi ve onlar içinde âsâyiş temini, binler ehl-i salâhatin idaresinden daha müşküldür. İşte bu esaslara binaen, ehl-i İslâm dünyaya ve hırsa sevk etmeye ve teşvik etmeye muhtaç değildirler.
Terakkiyat ve âsâyişler bununla temin edilmez. Belki mesailerinin tanzimine ve mâbeynlerindeki emniyetin tesisine ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar.” 3
Bütün hayatı boyunca milletin saadeti için çalıştığı halde kendisinin bahanelerle taciz edilmesine de itiraz eden Bediüzzaman, bunun asayişe ihanet ve divanelik olduğunu Emirdağ Lâhikası’nda şu şekilde izah etmektedir: “Herkes bir katli yapabilir; bu iddianızla herkesi ve sizi mahkemeye vermek lâzım geliyor...”
Elhasıl: Ya bu adam tam divanedir ki, bu derece dehşetli umur-u dünyaya karşı lâkayt kalıyor; veyahut bu vatanın ve bu milletin en büyük bir saadetine ihlâsla çalışmak için, hiçbirşeye tenezzül etmez ve ehemmiyet vermez. Öyleyse bunu taciz ve tazyik etmek, vatan ve millete ve asayişe bir nevi ihanettir. Ve onun hakkında bu çeşit evham etmek, bir divaneliktir.” 4
Üstad Hazretleri Risale-i Nur’un asayişe dokunacak bir yönünün olmadığını ve asayişin ihlâline asla meyletmediğini de pervasızca ilân etmiştir. Bu husustaki tesbiti de şöyledir: ”Kur’ân-ı Hakîmin sırr-ı hakikatiyle ve icazının tılsımıyla, benim ve Risale-i Nur’un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idam-ı ebedisinden iman-ı tahkiki ile biçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir. İşte Risale-i Nur, üç ehl-i vukuf heyetinin ve üç mahkemenin incelemesinden geçtiği halde, bu iki vazife-i kudsiyeden başka, kasdi olarak dünyaya, idareye, asayişe dokunacak ciheti olmadığına, yirmi senelik hayatım ve yüz otuz Risale-i Nur, meydanda, cerh edilmez bir hüccettir. (...) Said, hiç imkânı var mı ki, ehl-i siyasetle uğraşsın ve idareye ilişsin ve asayişin ihlâline meyli bulunsun? Eğer zerre miktar bulunsaydı, ‘Karşımda kimler var, dünyada neler oluyor, bana kim yardım edecek?’ diye soruşturacaktı, merak edecekti, karışacaktı, hilelerle büyüklere hulul edecekti.” 5
Said Nursî Hazretleri asayişe ne kadar önem verdiğini de açıklamıştır: “Bu milletin asayişine ... binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım” diyor ve kendisine yapılan her türlü haksızlığa rağmen şunları diyor: “Otuz seneden beri hayat-ı siyasiyeden çekildiğim halde, bu sırada bir defaya mahsus olarak, vatanî ve millî ve asayişî bir meseleyi beyan ediyorum. Şöyle ki: Çok emarelerle kat’î kanaatimiz geldi ki, anarşilik hesabına bana ve bu Emirdağ kasabasına ve dolayısıyla bu vatana bir suikast var ki, bir habbeyi kubbeler ve bir sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmayan bir hadiseyi dağ gibi gösterip, sükûnete muhtaç olan bu vatanda beni bahane edip, anarşilik hesabına ve bir ecnebi planıyla bize, yani biçare vatandaşlarımızı idam-ı ebediden ve şübehat-ı uhreviyeden kurtarmaya çalışan Nur şakirtlerine, bütün bütün kanunsuz ve keyfi hücum edildi. (...) Bunda şek ve şüphe kalmadı ki, beni tahkir ve ihanet edip, hiddete getirip, asayişi bozmak garazı takip ediliyor. Cenâb-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, binler haysiyet ve şerefimi bu vatandaki biçarelerin istirahatine ve onlardan belâların def’ine feda etmek için bana bir halet-i ruhiyeyi ihsan eylemiş ki, ben de, onların yaptığı ve niyetinde bulundukları tahkirat ve ihanetlere karşı tahammüle karar vermişim.”6
Hayatını milletin menfaatine adayan bir âlime yapılan insafsız hücumların ‘ifsat şebekeleri’nin işi olduğu apaçık ortada değil mi?
Dipnotlar:
1- Mektubat, s.71.
2- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 235.
3- Mesnevî-i Nuriye, s. 135.
4- Emirdağ Lâhikası, s. 11.
5- Emirdağ Lâhikası, s. 27.
6- Emirdağ Lâhikası, s. 29.