Rabbimizi bize tarif eden, tanıttıran, anlatan atomdan galaksilere, kâinatın tamamında yer alan varlıklar sayısınca aklî, mantıkî, ilmî (fennî) delil, âyet, belge, bürhanlar vardır. Bizim dışımızdaki bu bildiricilere “afakî/haricî delil” denir.
Kendimizin yaratılışı ve sayısız maddî-manevî delillere de, “enfüsî/dahilî/içsel” delil denir.
Her insan, kendisini ve iç dünyasını ve verilen sayısız nimetleri düşünerek Rabbini bulabilir.
İnsanın kâinat içindeki her bir varlıkta gördüğü delillere “afakî”, yani “haricî/dışsal”; kendi şahsında aklen, vicdanen gördüğü ve hissettiği delillere ise, “enfüsî”, yani “dahilî/içsel” deliller denir.
Kur’ân’da, “Sizin yaratılışınızda ve (Allah’ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir toplum için ibret verici işaretler vardır.” 1 mealinde ve benzeri yüzlerce âyette hem “enfüsî”, hem de “afakî” deliller dikkatlere sunulur. Ve hem de “mücessem” belgeleri, âyetleri, delilleri gösterilir. Aslında “enfüsî/dahilî” delillerin anlaşılması daha kolaydır. Zira, bizzat şahsî tecrübe, gözlem ve hissetmeye dayanırlar. Ne yazık ki, birçok insan, kendi varlığı üzerinde düşünmediğinden bu delilleri görmekte zorluk çeker, hatta görmez, göremez.
Halbuki Kur’ân, modern teknolojilerle ancak keşfedilen “enfüsî” delilleri sunarak hem kendisinin bir mu’cize (beşerüstü bir kelâm), hem de Allah’ın varlığını, birliğini, sonsuz “ilim, irade ve kudret” sahibi olduğunu birçok âyette dikkatimizi çeker mealen: “Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alakayı bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.”2
“Enfüsî/dahilî/içsel” mu’cizeler, deliller, duyularımız, duygularımız, uzuvlarımız ve onların sayısız hikmetli yaratılışları sayısınca değil mi?
Bunlardan hangisi mu’cize değil? Kalb, ciğer, böbrek, göz, kulak, diş, dil, burun, el, ayak… Akıl, hafıza, zekâ, hayal… Sevmek, şefkat, nefret, öfke… Hangisi mu’cize değil!
İnsan ruhu/duyguları, bedeni binler, yüzbinler “enfüsî” delillerdir. Ve günümüz insanı, fen ilimleri ve teknolojinin de sayesinde “enfüsî” delilleri de hem aklıyla, hem vicdanıyla, hem de gözleriyle görüyor!
“İşte insan, Cenâb-ı Hakk’ın böyle antika bir sanatıdır ve en nâzik ve nâzenin bir mu’cize-i kudretidir ki, insanı bütün esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medâr ve kâinata bir misâl-i musağğar sûretinde yaratmıştır.” 3
Ne var ki, birçok insan, kendi hayat yolculuğunda yaşadığı “enfüsî” mu’cizeleri düşünmüyor, görmüyor, görmezlikten geliyor! Yaşadığı şehrin, hatta mahallesinin yakınında bulunan sergi, fuar ve müzelerini gezmeyen, incelemeyen, hatta onlardan habersiz insanlar yok mudur? İlmî buluş ve keşifleri duymayan, araştırmayan, öğrenmek istemeyen insanlar yok mudur?
Hayatı bakar kör, duyar sağır, algılamayan beyinsiz olarak yaşamak ne kötü bir seviyedir!
Dipnot:
1- Casiye Sûresi, 45/4. 2- Müminun Sûresi, 23/14. 3- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 282.