İnsanoğlunun mâhiyetine yerleştirilmiş fıtrî duygulardan biri, çok hususi ve şahsa ait bilgileri dar dairede tutmak veya onlara “sır” adını vererek çok özel kişilerle -saklamak şartıyla- paylaşmaktır. Onun için herkesin az veya çok sırdaşı olagelmiştir.
Asr-ı Saadetin parlak yıldızlarından biri de Hz. Huzeyfe b. Yemân’dır (ra). Hz. Huzeyfe’nin (ra) en önemli özelliği Peygamberimizin (asm) bilinen en önemli iki sırdaşından birisi olmasıdır. Resûlullah’ın (asm) hiçbir sahâbîye vermediği bir kısım bilgileri ona verdiği, bundan dolayı ashap içerisindeki münafıkların adını bildiği ve ileride meydana çıkacak fitne hareketlerini ondan başka kimsenin bilmediği rivayet edilmiştir. Hz. Ömer (ra) Devrinde bütün ısrarlara rağmen münafıkların isimlerini hiçbir zaman söylememiştir. Hz. Huzeyfe b. Yemân H. 36 (M. 656) yılında Hz. Osman’ın (ra) öldürülmesi sonrası Hz. Ali’ye biat etmesinden kırk gün sonra da Medâin şehrinde vefat etmiştir. Hz. Ali’ye biat etmeleri hususunda evlâtlarına da vasiyette bulunmuştur. 1
Resûlullah’ın (asm) diğer bir sırdaşı da “ilmin kapısı” olan damadı Hz. Ali’dir (ra). İşte asrımıza bakan yönüyle Risale-i Nur Külliyatı’nda Hz. Ali’nin (ra) “sırlarıyla” alâkalı, Barla Lâhikası’nda “İstikamet şehidi” taltifine mazhar Binbaşı Asım Bey’in, Yirmi Dokuzuncu Mektup /Dokuzuncu Kısım Telvihat-ı Tis’a Risalesi hakkında Üstad Hazretleri’ne hissiyatını yazdığı mektubunda, okuduğu bu Risalelerden aldığı manevî lezzeti şu şekilde ifade eder:
“…Hele Dokuzuncu Telvih, hülâsa ve icmal edilerek bütün hakikatlar toplanmış. Temsilde hatâ olmasın, Hazret-i Mevlânâ’nın üfürdüğü neyden tuğyan ve feyezan eden, Hazret-i Ali’nin (kerremallahu veche) kuyuya söylediği esrar-ı hakikatten başka nedir? Farkı nerededir ki, o ney, o kuyuda hâsıl olan kamıştandır.” (Barla Lâhikası 124. Mektup)
Barla Lâhikası’nda Binbaşı Asım Bey’e ait bir mektupta geçen bu ifadeler ney hakkındaki meşhur bir rivayete işaret etmektedir. Bu gibi rivayetlerde kıssanın doğruluğundan ziyade alınacak hisseye önem verilir. Bu kıssadaki hisse ise bazı marifet sırları herkes tarafından anlaşılamaz, ancak ehli olanlar anlayıp o sırların zevkine varabilirler.
Ney’le ilgili Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevîsi’nde nakledilen sır şöyledir: Peygamber Efendimiz (asm) Hz. Ali’ye (ra) bazı sırlar söylemiş ve bu sırları kimseye söylememesini emir buyurmuştur. Fakat Hz. Ali (ra) bu sırra tahammül edemeyerek nihayet içi boş bir kuyuya varıp sırrını ona söylemek mecburiyetinde kalmıştır. Bir müddet sonra bu tesirle kuyu su ile dolmaya başlar, taşar ve yanında bir kamış biter. Bunu bir çoban keserek kaval yapar ve çalmaya başlar. Kavalı duyan Hz. Peygamber (asm) “Ya Ali niçin sırları ifşa ettin?” diye sorar. Hz. Ali’de “Ya Resulullah halktan hiç kimseye ağzımı açmadım.” cevabını verir. Resulullah (asm): “Ya bu sır nedir, o sır değil midir?” buyurur. Hz. Ali dinler, görür ki o sırdır. Hemen özür dileyip “Ya Resulullah daha fazla tahammül edemediğim için kırda boş bir kuyuda söylemiştim.” der. Bunun üzerine Allah Resulü (asm) “İşte bu ney bu sırları kıyamete kadar söyler.” buyururlar. Burada muazzaman bir teşbihle kıyamete kadar Nübüvvet sırrını neşredecek ve nübüvvetin varisi olacak Müçtehid ve Müceddid gibi zatlara işaret edilmiştir. Cenab-ı Hak, Peygamber Efendimiz’den (asm) sonra nübüvvet kapısını kapatmış, fakat dinin ve mü’minlerin sağlam ilerleyebilmesi için “Müceddid” dediğimiz vazifeli zatları ilim ve hikmet ile techiz edip göndermiştir. İşte ahir zamanın bir faslında gelip kıyamete kadar Millet-i İslâm’ı irşat eden Müceddid-i Ekber Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin Kur’ân’dan aldığı dersler; aynı zamanda “Hazret-i Ali’nin (kerremallahu veche) kuyuya söylediği esrar-ı hakikat”lerden başkası olmadığı gibi, “ney” misali ruhumuzu gıdalandırmaya da devam etmektedir. Kur’ânî hakikatleri ders veren Asr-ı Saadet’ten Ahirzaman’ın bataklık ve sahillerinde yeşeren ve içine sır’lar üflenmiş kamış… Farklı asırlarda farklı şekillerde ve manalarda tezahür etmişse de helâket ve felâket asrında en gür şekilde boy veren sırdaş…
Bilim kurgu filmlerinde insanoğlunun hayal ürünü kâinatın çok uzak derinliklerinden biz dünyalılara gelen şifreli mesajları çözmeye çalışan hayali uyduruk film kahramanları nerede, 1300 sene evvelinden istikbale gönderilen ilm-i cifir mesajları ve bu mesajları Hicri 13. Asrın başından itibaren kademe kademe çözen ve adım adım hayatın en karanlık dönemlerinde fiilen uygulayan ve nihayetinde karanlık dehlizlerden inayet-i İlâhî ile nura, aydınlığa ve selâmete kavuşan bir kahraman…
Yaşadığı karanlık ve zulümlü işkenceli hayatında kurtuluş vesikası veya “gemilerdeki rûzname” gibi hedefini ve yönünü tayin edecek şifreli pusulaları çözen bir adam…
Hikmetli iş yapan ve her işi hikmetli olan Hakîm isminin zamanımızda tecellisi olmak mecburiyetinde olan, 1300 sene önceden verilen talimat gereği “sırran tenevveret” hareket eden nuranî bir cemaat ve şahs-ı manevinin mümessili ve tercümanı…
Yine hikmetin gereği, Asr-ı Saadetten günümüze tutulan projektör ile ahir zaman karanlıklarını aydınlatan ve nurlandıran “sırran beyanat” emriyle milleti manen irşad eden bir Nur Külliyatı ve sahibi… Mana âleminde “İlmin kapısı olan” gizli ve sırrı ilimler sahibi ceddi İmam Ali (ra) ile görüşen, ümitsizlik karanlığına düşmüş millete ümit olan bir kahraman-ı İslâm…
Süryani ismi Bedi’ manasına gelen aslı vahye dayanan kasidesi ile ahir zamanda beşer libası giymiş veledi manevisiyle konuşan ve irşad eden Seyfullah…
Zulüm ve zulümatla dolu ahir zamandaki sırdaşına “Korkma söyle.” diye cesaret veren “Allah’ın Aslanı veya Haydar’ı Kerrâr”…
Nesl-i Nuranisini Ahirzaman’da temsil edenlere, esas-ı meslek ittihaz etmeleri için hilâfetinin esası olan Adalet-i Mahza gereği; ferdiyet âleminde bir cani sıfat yüzünden birçok masum sıfata zulmetmemeyi, bir hanedeki veya bir gemideki birçok caninin arasındaki bir masumun hukuku için o hane ve gemiyi gark etmeyecek Adaleti Nurlu eserlerinde esas tutarak, insanlığa adalet dersini verdiren Bab-ı İlim ve Adalet…
Dipnot:
1- Porteler, 135; Risale-i Nur Enstitüsü Yayınları.