FETÖ/PDY adı verilen yapının kurucuları, yöneticileri, üyeleri ve sempatizanları hakkında yapılmakta olan yargılamaların temel yaklaşımının bilinçli hata içerdiğini yıllardır yazıyoruz.
Bize göre, bilhassa AİHM’in Yüksel Yalçınkaya davasına ait pilot kararı ile birlikte mesele netleşmiş durumda.
Ancak, AİHM’in, “FETÖ/PDY üyeliği” suçundan ceza alan Şaban Yasak’ın başvurusu üzerine 9 Temmuz 2024 tarihinde verdiği “bu yargılamada insan hakları ihlali yok” kararı bazı kafa karışıklıklarına sebep olmuş.
Soru şu:
Yüksel Yalçınkaya dosyası ile Şaban Yasak dosyası arasında ne fark var ki AİHM birinde “ihlal var, -bylock dahil- bu delillerle ceza verilmemeliydi” demişken şimdi bunda “ihlal yok, ceza yerinde olabilir” demiş?
Aslında cevap net:
Yüksel Yalçınkaya pilot kararına konu ceza davalarında ve o kararda atıf yapılmış olan diğer binlerce ve hatta yüzbinlerce ceza davasında sanıklara isnat edilen herhangi bir “somut suç” yok.
Cezalar “cemaat eşittir terör örgütü” hatalı formülü ile ve cemaat mensubiyetini gösteren ve hiç biri tek başına suç teşkil etmeyen eylemler gerekçe ve delil gösterilerek verilmiş ve veriliyor. Cezalandırma yanlış.
Oysa, tahmin edileceği üzere, Şaban Yasak dosyasında durum böyle değil. Savcılık Yasak’a somut suç isnat etmiş ve mahkeme de bu isnadı haklı yani delilleri yeterli ve yerinde görerek mahkûmiyet kararı vermiş.
AİHM de uzun kararında özetle diyor ki:
“Somut suç delillerinin yeterliliği veya yetersizliği konusunda takdir Türk mahkemelerinindir. İşlediği iddia edilen ve delillendirilen somut suçları göstermektedir ki, sanık, cemaatin içinde bir yerlerde var olan bir suç örgütüne üye olduğunu bilmektedir. Cezalandırılmasında hata yoktur.”
Anlaşılabilmesi için, kararın AİHM web sayfasındaki gayri resmi çevirisinden bazı seçilmiş cümleleri aşağıya da alalım:
***
164. Nitekim başvuran bu faaliyetleri kanuna uygun hareket eden yasal bir örgüt çerçevesinde yürütmekle suçlanmamıştır: Başvuranın faaliyetlerinin özellikle söz konusu örgütün bilhassa öğrenciler arasında toplamayı amaçladığı destek tabanını genişletmeyi ve kamu kurumlarına sızmayı amaçladığı tespit edilmiştir. Öte yandan, ulusal mahkemelerin, mevcut davada olduğu gibi, söz konusu örgüt üyelerinin faaliyetlerinin, bu örgütün hedeflerine ulaşmak amacıyla gizli olarak yürütüldüğünü ve destekçilerinin yararına üniversiteye veya kamuya giriş sınavları konularını ele geçirme gibi hukuka aykırı eylemlere başvurduğunu da tespit ettiği göz ardı edilmemelidir. Sonuç olarak, Mahkeme, başvuranın yasal eylemler nedeniyle mahkûm edildiği yönündeki argümanına ikna olmamıştır.
165. Mevcut davada, suçun maddi unsurunun (actus reus), başvuranın örgütten aldığı emir ve talimatları yerine getirmek için örgütün emrine girmesinden, örgütün hiyerarşik yapısının bir parçası haline gelmesinden ve örgütün amaçlarına ulaşmayı hedefleyen faaliyetleri gizlice, yoğun ve sürekli bir şekilde yürütmüş olmasından kaynaklandığı sonucuna varılmaktadır.
166. Ulusal mahkemelerin ayrıca, başvuranın mahkûmiyetine, sosyal sigorta primlerinin söz konusu örgüte bağlı olduğu iddia edilen özel bir şirket tarafından ödenmesini ve ilgilinin - ulusal mahkemelere göre, örgüt liderinin talimatıyla- 2014 yılının Ocak ayında banka hesabına para yatırmasını gerekçe olarak gösterdiği doğrudur. Ancak Mahkeme, bir kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin var olduğu sonucuna varmak için bu nitelikteki eylemlere, yani gerçekleştirildikleri sırada görünürde yasal olan ve bu nedenle yasallık karinesinden yararlanan eylemlere dayanan gerekçenin esasına ilişkin şüphelerini daha önce ifade etmiştir.
Mevcut davada, Mahkemeye göre, bunların, ilgili kişiyi terör örgütüne üye olmaktan mahkûm etmek için dayanak oluşturamayacak, dolaylı ve basit unsurlar olduğu açıktır.
167. Ancak Mahkeme, ulusal mahkemelerin kararlarından ve Hükümetin görüşlerinden, başvurana isnat edilen eylemlerin yargılamanın sonucu üzerinde çok sınırlı bir etkiye sahip olduğunun anlaşıldığını gözlemlemektedir. Nitekim bu unsurlara başvurulmasının tek amacı, söz konusu örgütün gizli yapılanmasının hiyerarşisinde faaliyet gösteren başvuranın silahlı bir terör örgütüne üye olduğu sonucunu desteklemektir.
***
Sonuç şu:
Yıllardır yazdığımız gibi, cemaat mensubiyetini gösteren delillerle terör örgütü üyeliğinden ceza verilemez. Yüz binlerce karar bu sebeple hatalı. AİHM de söyledi.
Bu yeni AİHM kararında ise, ceza, cemaat mensubiyetinden verilmemiş. Aksine, kopya çektirerek askeri okullara öğrenci yerleştirmek gibi ağır ve somut bir suç isnadı var ve cemaat mensubiyetini gösteren deliller bu somut suçun maksadını göstermeye yardımcı oluyor. O halde deliller doğruysa karar da doğru.