Başlık “doktora, doçluk ve profluk işleri” değil.
Çünkü o “Doç.” yazıldığı zaman da daima “doçent” diye okunur. Çünkü o “Prof.” yazıldığı zaman da daima “profesör” diye okunur.
Ama kendi fakültesinin kadrosundaki doçent ve profesörlerden bahsederken “bizim … tane profumuz var” diyen dekanlar ve hatta rektörler var. İnsanlar için “tane” tabirini kullanma meselesi bir yana akademik unvanların altını bile dolduramıyorlar.
Neden böyle oldu?
Türkiye’de akademi hızlı ve hormonlu büyüdü.
Çok vakıf üniversitesi açıldı. Elbette çoğalma ve çeşitlenme doğruydu. Ama “üniversite bütünlüğünün binalarının bile bütünleştirilmesine çalışılmadı.
Çok devlet üniversitesi açıldı. Çok binalar da yapıldı. Güzel. Ama akademik kalite tartışılır durumda. Taşrada vatandaş “rektör” denince büyük binalar yapan ya da yaptıran “bir tür” inşaat müteahhidinden bahsedildiğini düşünüyor.
Çok akademisyen kadrosu açıldı. Güzel. Ama kalite denetimi yapılmadı. Lise öğretmeni ile kendisi arasındaki farkı bilemeyen “öğretimen üyeleri” ortaya çıktı.
Çok akademisyen var ama “neden akademisyen oldunuz” sorusuna makul cevap verebilen akademisyen sayısı azaldı. “İş sahibi olmak için” diyenden tutunuz da “prof olmak için” diyenine kadar her türlüsü var. Hatta “düzenli maaşı var, rahat bir iş, o yüzden” diyen bile çıkıyor.
Böyle bir ortamda, unvan peşinde koşan ama unvan alabilmek için para karşılığında “gerçek uzmanına tez ya da makale yazdırıp kendi adına yayınlatan (“yayınlama”yı bile başaramayan gerçekten “yayınlatan”) sahte akademisyenler de çoğaldı.
Dikkat ediniz “sahtekâr akademisyen” demiyoruz, “sahte akademisyen” bunlar.
Sahte akademisyenlerin işini gören “gerçek uzmanlar”ın nasıl olup da böyle bir piyasaya “girdiği” ve hatta piyasa oluşturduğu ayrı bir bahis ve tarih yazacak.
Sahte akademisyenlerin sahte piyasası da olacaktı ve oldu elbette. Sahte dergiler, sahte yayınevleri, sahte basımevleri…
O kadar ki “makaleleriniz derhal yayınlanır, ücreti … taksitle ödeyebilirsiniz” diye internete ilan verenler türedi ve çoğaldı.
Ve böylece Türkiye’de bilimsel araştırma kapasitesi hızla gelişiyor. Elbette kantitatif yani “sayısal” olarak. Ama kalitatif olarak durum vahim.
Zavallı ÜAK ve YÖK Başkanı ve üyeleri unvan ve akademik çalışma sahtekârlıklarıyla uğraşmaktan neredeyse başka iş yapamaz hale geldiler.
Daha da önemlisi bu yollarla neredeyse genç yaşında profesör olan binlerce kişi 67 yaşındaki emekliliğine kadar bu kadroda rekabetsiz ve denetimsiz biçimde çakılı kalıyor. Tam bir kaynak israfı.
Bizim üç teklifimiz var:
Birincisi, bir gece ansızın ve dedikodulara göre “birilerinin hatırı için” kaldırılıveren “doçentlik sözlü sınavı” tekrar geri getirilmeli. Böylece hiç değilse bu aşamada akademik çalışmaların gerçekten sahiplerine ait olup olmadığı yüz yüze denetim yardımıyla denetlenebilmeli.
İkincisi, profesörlük sonrası için, her profesörün elde etmek isteyeceği ancak çok azının başaracağı türden ve sadece sıkı denetimle ve yine ancak sınırlı sayıda dağıtılacak bir akademik unvan belirlenmeli. Akademik denetim konusunda son söz bu ilave unvana sahip profesörler arasından seçilecek kişilerde ve heyetlerde olmalı.
Üçüncüsü, akademisyenleri taban maaşları ya da ücretleri azaltılmalı ve performansa dayalı akademik teşvik ödenekleri artırılmalı.