Türkiye’nin demokrat dindarları dünya siyasetine ilişkin geniş alana ait meselelerin çözümünü, bir tür işbirliği sonucu olarak dindar İsevîlere bırakacaklar.
DİZİ: RİSALE-İ NUR EKOLÜ VE AVRUPA BİRLİĞİ - 6
AHMET BATTAL
Birinci Bölüm: Nur Talebeleri ve demokratlar AB için de aynı düşünüyor
İkinci Bölüm: Meşveret, hürriyet ve adalet için AB
Üçüncü Bölüm: Avrupa ikidir
Dördüncü Bölüm: Bediüzzaman: Hangi cür’etle vicdan hürriyetini kırıyorsunuz
Beşinci Bölüm: Sinsi İngiliz siyasetini Risale-i Nur mağlûp etti
***
Bediüzzaman’ın Rusya’da yaşanan bu değişimi iyi gözlemlediği ve sonrasında ortaya çıkan komünist bloka karşı bu ideolojinin ardındaki materyalist ideoloji sebebiyle net bir tavır takındığı açıktır.
Nitekim Bediüzzaman eserlerinde çok defa Müslümanlarla dindar Hıristiyan ruhanilerin aralarındaki tartışmalı konuları bir kenara bırakarak dinsizlik fikrine karşı ittifak etmesi gerektiğini ve bunun “ahirzaman hadisleri”nin işaret ettiği manaya da uygun bir gereklilik olduğunu açıklamaktadır.
12.2. Bediüzzaman 1930’larda telif ettiği Mektubat’ta On Beşinci Mektuptaki Dördüncü Sual’in cevabında İslâmiyet ile Hıristiyanlık arasındaki ilişki ve yakınlaşmanın sebebini, ölçüsünü ve neticesini tarif ettiği uzun ve ayrıntılı bahiste Hadis-i Şeriflerden de yola çıkarak öncelikle ve özetle şunları ifade ediyor:
Dünyanın ömrünün sonlarına gelindiğinde dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak.
Biri, İslâm dünyasında, İslâm Deccali Süfyan’ın komutasında hüküm sürecek ve doğrudan Allah’ı değil peygamberlik müessesesini ve vahyi inkâr ettirmeyi hedefleyecek olan münafıkane dinsizlik cereyanı. Bu cereyanla Mehdi cemaati mücadele edecek. Ama Hazreti İsa’nın desteği olmadan mücadeleyi kazanamayacak.
Diğeri de Hıristiyan dünyasında, Büyük Deccal’in komutasında ortaya çıkacak olan ve açıktan Allah’ı inkâr ettirmeye yönelen dinsizlik cereyanı. Bu cereyanla ise öncelikle Hazreti İsa ve Cemaati muhatap olacak ve fakat iman esaslarını ders veren Mehdi ve cemaati destek olmadıkça galip gelmekte zorlanacak.
Bediüzzaman bu tesbitlerinin ardından şu hüküm cümlelerini kuruyor:
İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semasından nüzul edecek, hâl-i hazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-ı İslâmiye ile birleşecek, manen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyet’e inkılâp edecektir. Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihat neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak…
Bu cümlelerin kısa bir manası şöyle olabilir:
Hıristiyan dünyasını tahrip eden dinsizlik cereyanının çok kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın manevî kişiliğinden ibaret olan hakikî Hıristiyanlık dini rahmet-i İlâhiyenin semasından nüzul ederek yeniden meydana çıkacak, mevcut Hıristiyanlık dini bu yeni hakikatle karşı karşıya geldiğinde saflaşacak, hurafelerinden ve bozulmuş yönlerinden kurtulacak, İslâm hakikatleriyle birleşecek, Hıristiyanlık manen bir tür İslâmiyet’e dönüşecektir. Ve Hazreti İsa Kur’ân’a uyacak, o Hıristiyanlık “tâbi olan” ve İslâmiyet de “tabi olunan” kişi makamında kalacak; hak din bu katılım neticesinde büyük bir kuvvet bulacaktır.
Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihat neticesinde dinsizlik cereyanına galip gelip onu dağıtacak bir güce erişecektir.
Bu ifadelerin tam olarak anlaşılabilmesi için aslında öncelikle kıyamet öncesi dönemde İsevîlik ve İslâmiyetin “dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp” kalacağını öngörmek ve bu tesbiti bir veri olarak kabul etmek gerekmektedir. Ancak bu kabulden sonradır ki dinsizliğe karşı iki dinin iki kuvvetinin birleşmesiyle ortaya çıkacak olan yeni bir dinî yaklaşımla bir netice elde edileceği kabul edilebilir.
Bu birleşmenin nasıl olabileceği hakkında çeşitli yöntemlerden ve belirtilerden bahsedilebilir. Bize göre bu birleşme, İslâm Dünyası’nın ilmî ve siyasî müktesebatının temsilcisi durumunda olacak olan ve demokratik cumhuriyet, hukuk devleti ve insan hakları ilkelerine tam sadık hale gelmiş olan Türkiye ile Hıristiyanlığın hurafelerden sıyrılmış halini temsil eden Avrupa Birliği idealleri arasında olacaktır.
Bu da göstermektedir ki Bediüzzaman bir barış ve insaniyet projesi olan AB idealini desteklemektedir.
12.3. Ayrıca Bediüzzaman, 1940’ların sonlarında kaleme aldığı bir mektubunda şunları söylemektedir:
Hem Salâhaddin’in, Asa-yı Mûsa’yı (Bediüzzaman’ın iman esaslarına dair bir eseri) Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz: Misyonerler ve Hıristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü, her halde şimal cereyanı, İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-i zekât ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına dâvet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde Müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.
Bu mektuptan anlaşılanlar şunlardır:
- İslâm ve Hıristiyan din adamları ittifak etmiştir veya edecektir.
- Şimal cereyanı olan komünizm ve ardındaki materyalizm bu mevcut veya muhtemel ittifakı bozmaya çalışacaktır.
- Şimal cereyanı, bu bozgunculuğunu, İslâm ve Hıristiyan dininin ittifakla kendisine karşı girişeceği veya giriştiği fikrî saldırı ve mücadeleyi püskürtmek ve böylece dinsizlik fikrini güçlendirmek maksadıyla yapacaktır.
- Şimal cereyanı bunu yaparken de İslâm’ın da bir gereği olan faiz yasağını ve zekât emrini ve fakirleri koruma esasına dayalı sosyal devlet prensibini uygulayan bir ideolojiye sahip olduğunu ileri sürerek Müslümanları kandırıp Hıristiyanlardan uzaklaştırmaya ve yanına çekmeye çalışacaktır.
Bu önemli tesbitin karşılığını İslâm Dünyasındaki her dindar, hem kendi âleminde ve hem de sosyal hayatın geniş dairesinde mutlaka hissetmiştir. Meselâ dindar gençler bu tehlikenin farkında olmazlarsa kolaylıkla sosyalist olabilirler. Meselâ, yakın tarihte, Doğu Blokuna yakınlaşan birçok İslâm ülkesinin lideri, sosyalizmi kolaylıkla benimsemiştir. Bunlardan Kaddafi’nin “İslâm Sosyalizmi”ni anlattığı “Yeşil Kitap”ın bütün İslâm ülkelerine bedelsiz dağıtılarak yayıldığını hatırlamak yeterlidir.
Bediüzzaman’ın bu mühim ikazı da göstermektedir ki Komünist Bloka ve onun asıl düşünsel kaynağı olan materyalist ideolojiye karşı Avrupa ile ittifak yapmak elzemdir.
Yine bu bilgilere göre de Bediüzzaman Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine taraftardır.
13. Mehdi’nin dindar İsevilerle iş bölümü ve AB
Din hürriyetine başından itibaren özel bir önem vermiş ve Hıristiyan Dünyası’nın desteğini kazanmış olan Avrupa Birliği’nin siyasî prensipleri içinde İslâmiyet’e açıkça aykırı olan pek fazla bir şey yoktur. Teferruattaki bazı konular ise zamanın tekmili veya tashihi ile tedavi edilebilecek hususlardandır.
Bu sebeple Bediüzzaman, matbaalarda neşredilmiş olmayan, ancak elyazması Emirdağ Lâhikası’nda neşredilmiş bulunan bir mektubunda şunları söylemektedir:
…âhirzamandaki gelecek büyük Mehdi, siyaseti tam dindar İsevîlere bırakıp yalnız İslâmiyet hakikatlarını ispata, izhara, icraya çalışır.
Buna göre Mehdi cemaati olan Türkiye’nin demokrat dindarları dünya siyasetine ilişkin geniş alana ait meselelerin çözümünü, bir tür işbirliği sonucu olarak dindar İsevilere (Hıristiyanlara) bırakacaklardır.
Bu mektuptaki kısa öngörü esasen yukarıda 12.2. başlıkta yer verdiğimiz ana bilgilerle ve nakillerle uyum içerisindedir.
Yine bu bilgilere göre Mehdi’nin işbölümü içinde işbirliği yapacağı “dindar İseviler”in bir temsilcisi AB’dir. Komünist blokun yıkılmasında AB’nin ve kilisenin etkisi dikkate alındığında bu işbirliğinin birçok meyvesini verdiği de açıkça anlaşılmaktadır.
Sonuç
Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul etmek için ileri sürdüğü şartların neler olduğu ve Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmek için yapması gerekenlerin dinî ve millî değerler açısından taviz niteliği taşıyıp taşımadığı gibi hususlarda Türk entelektüellerinin ve politikacılarının genellikle kafası karışıktır. Bu kafa karışıklığının sebeplerinden biri bilgi eksikliği ve diğeri de Avrupa’ya karşı tarihten gelen etkilerle toptancı biçimde negatif ve hatta düşmanca bakıştır.
Türkiye’de, jakoben CHP zihniyeti, Siyasal İslâmcılar ve Menfi Milliyetçiler bu toptancı bakış açısından bilhassa etkilenmektedir.
Oysa Avrupa tek vecheli bir kavram değildir. Olumlu ve olumsuz iki yönü vardır. Avrupa Birliği, bir ideal ve bir tatbikat olarak, Avrupa’nın olumlu yönünü temsil etmektedir. Bu sebeple AB üyeliği Türkiye’nin hedefleri arasında kalmalı ve iktidarlar bu hedefi ciddiye almalıdır. Sivil toplum da bu hedefi desteklemeli ve geliştirmelidir.
Bu “iki Avrupa” fikrini dinî sahada Bediüzzaman ve Nur Talebeleri, siyasî sahada ise Demokratlar eskiden beri görmüşler ve Avrupa Birliği’ni bu sebeple ve ilkesel olarak sahiplenmişlerdir.
Bu sebeple, Bediüzzaman’ın takipçilerinin Avrupa ile ilişkiler açısından bilhassa “Siyasal İslâmcı” gelenek mensupları ile birlikte hareket etmesi pek mümkün görünmemektedir. Buna karşılık Nur Talebelerinin, ellerindeki sağlam dinî delillerin de yardımıyla, bu konuda diğer dinî gruplarla iyi ilişkiler ve temaslar kurması ve onlar için ufuk açıcılık görevi üstlenmesi mümkün ve gereklidir. —SON—