Aynı başlıkla yayınladığımız son yazıya yapılan yorumlar hayli ilginç. Okuyucularımıza teşekkür ediyoruz.
Önce idam cezasının gerekliliği meselesini tekrar edelim (zaten yazmıştık):
“Aslında, bir müminin, belli suçlar için idam cezasına, Kur’an’ın açık hükmüne rağmen ve ilkesel olarak karşı çıkması kolay bir şey değil. Ancak idamın şartları konusu hem fıkıhta ve hem de pratik durumlar sebebiyle oldukça tartışılır. Bu tartışma o alanın uzmanlarının konusu. Biz pratik durumlar üzerinden bir değerlendirme yapabiliriz.”
Yani haddimizi ve hududumuzu biliyoruz.
Şu ya da bu sebeple idamı isteyen Yeni Asya okuyucuları genellikle cinsel suçlar ya da vahşice işlenen cinayetler sebebiyle idamı gerekli görüyorlar. Yani “siyaseten katl”e genellikle karşılar. Bu bakış açısı bugünkü insan hakları teorisi açısından fevkalade kıymetli.
İdama tereddütlü yaklaşan okuyucularımız ise Türkiye gibi siyaseti dalgalı ülkelerde idam cezasının bilhassa siyasi saiklerle yaygın olarak kullanılmış olmasını kendilerine gerekçe yapıyorlar.
Haklı olarak diyorlar ki; “siyaseten katl” yani siyasi sebeple ve fitne çıkardığı ya da çıkarabileceği gerekçesiyle asıp kesme işleri bizim tarihimizin malzemesidir. Kapı açılırsa bu da gelir.
Bir orta yol bulunabilir mi?
İdam cezasını sadece belli suçlar için ve sınırlı olarak getirmek elbette mümkün olabilir. Ancak bunun siyaseten esnetilmesini engelleme hususunda sağlam bir teminat elde edebilmek için Anayasa ile netleştirmek gerektiği de açık.
Bir de idam mahkumu ile ilgili olarak yargıda bütün aşamalar tamamlandıktan sonra, infaz için, önceden de olduğu gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin idam cezasını onaylaması da şart olmalı ve aksi halde ceza fiilen müebbet hapis cezasına dönmüş sayılmalı. Böylece en azından idamın infazı için bir tür jürili sistem işletilmiş olabilir.
Diğer bir mesele de şu: Tefessüh etmiş şeytanları şartları tamamlandığında elbette asmak gerekir ama bazı adi suçları işleyen adi adamların cezalandırılması mı yoksa gerekirse zor kullanılarak tedavi edilmesi mi gerekir?
Suçun türüne göre değişebilir ama makul ihtimalde tedavi şansı olan birinin hapsedilmesi ile yetinilmesi yanlış olduğu gibi “suçu çok ağır” denerek idam edilmesi de yanlıştır.
Zira cezalandırmadaki öncelikli amaç mağdurun intikam duygusunu tatmin etmek değil suçluyu ıslah etmek ve yeni suçları önlemektir.
En ağır ceza idamdır denilebilir. Bu genel olarak doğrudur. Ancak istisnaen bazı suçlular için hapis idamdan daha ağır bir ceza olabilir.
Yine bazı ruh hastası suçlular var ki onlar için idam cezası tehdidi de bir anlam ifade etmez.
Dolayısıyla bütün bu ihtimallerin hangi tür suçlarda ne ölçüde işe yarayacağı gibi hususların tesbit edilebilmesi için bilimsel metotlar ve modeller de kullanılarak genellemeler yapmaya ve diğer ülke uygulamalarından da faydalanmaya ihtiyaç var.
Genellemeler için ise istatistik verilerine ihtiyaç var.
Başta İzzet Özgenç olmak üzere çok sayıda ceza hukuku akademisyeninin istatistikî bilgilere ulaşamamaktan şikayetçi olduğunu unutmayalım. Bilgileri gizlemenin kime ne faydası varsa!
Dolayısıyla önceki yazımızda da dediğimiz üzere ceza adaletinin asıl meselesi cezaların türü ya da miktarı değil.
Asıl mesele devletin kurumlarının iyi yönetilememesi, yargı bağımsızlığının yerlerde sürünmesi ve üniversite özerkliğinin de güme gitmiş olması.
Bu sebeple bu konuları gerçekten konuşabilmek için iktidar değişikliği şart.