Osmanlı Ahrâr Fırkası (kısaca Ahrâr Fırkası veya Fırka-i Ahrâr), İkinci Meşrûtiyet döneminde faaliyet gösteren siyasî partidir. 14 Eylül 1908’de, Prens Sabahaddin’in önderliğinde Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti çatısında örgütlenen liberal Jön Türk kanadı tarafından kuruldu. Prens Sabahaddin, kendisine önerilen parti başkanlığını kabul etmedi, ancak girişimi destekledi. Fırkaya resmî bir başkan seçilmedi. Parti programı, kurucu üye Nurettin Ferruh Bey tarafından hazırlandı. Programın hazırlanmasında Kont Leon Ostrorog yabancı parti programlarını tercüme ederek yardımcı oldu. Ahrâr Fırkası İngiliz siyasî parti geleneğini esas almıştır. Parti 1908 seçimlerine katıldı, ancak İttihâd (ve Terakki) karşısında başarı gösteremedi, münhasıran bu partiden gösterilen adaylar meclise giremediler. İttihâd ve Terakki karşıtı İkdam, Sabah, Yeni Gazete, Sadayı Millet ve Servet-i Fünûn gazeteleri, Ahrâr Fırkası’nı desteklediler. 31 Mart Vak’ası, Ahrâr Fırkası’nın sonu oldu. Prens Sabahaddin ve kurucu üye Ahmed Fazlı Bey Divân-ı Harpte yargılandı ve suçsuz bulunarak serbest bırakıldı. Fırka üyelerinin bir kısmı yurt dışına kaçtılar. Nurettin Ferruh Bey 1910’da ülkeye döndü ve partinin feshedildiğini belirten bir bildiri yayımladı. Partinin başlıca siyasî görüşleri liberalizm, teşebbüs hürriyeti, adem-i merkeziyet (yerel yönetimlere güç verilmesi, merkezi otoritenin sınırlanması) ve ferdiyetçilik olmuştur. 1
Bediüzzaman’ın Ahrârlara bakışı
Bediüzzaman Hazretleri’nin tâ 1890’larda “Ahrâr” diye tanıyıp tanımladığı 2 Jön Türklerin ekserisi, hamiyet ve milliyet dâvâsında dürüst ve samimî kimselerdir. Bediüzzaman, aynı eserinde, 1892’de Mardin taraflarında tanıma fırsatını bulduğu Yeni Osmanlılar için aynen şu ifadeyi kullanıyor: “Tâ o vakitte anladım; ekser Ahrârımız mutekid (inançlı, itikatlı) Müslümanlardır.”3 Bediüzzaman’ın bu ifadesinden de anlıyoruz ki, 1908’de kurulan Ahrâr-ı Osmaniye Fırkası henüz tarih sahnesine çıkmadan da, bu fikrî hareketin evveliyatını ve bir nev’i altyapısını teşkil eden Jön Türkleri/Yeni Osmanlıları “Ahrâr” olarak görmüş ve öyle de isimlendirmiştir. Namık Kemâl’in hürriyeti destanlaştıran “Hürriyet Kasidesi” şiiri ile “Rüyâ” başlıklı makalesi, Bediüzzaman’ın “Hürriyete Hitap” nutukları arasında da muazzam bir mânâ ve muhteva paralelliği bulunmaktadır. Said Nursî, buluğ çağına henüz erdiği 15-16 yaşlarında Mardin taraflarında olduğunu ve burada iken Namık Kemâl’in “Rüyâ” isimli makalesini okuyup çokça istifade ettiğini, aynı zaman zarfında hürriyetin mânâsı ile siyasetteki “muktesit meslek/vasat yol” hakkında ciddî mâlûmat sahibi olduğunu gayet açık bir surette beyân ediyor. 4 İşte kendi orijinal ifadeleri: “İnkılâptan (1908’den) on altı sene evvel, Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zâta rast geldim. Siyâsetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, tâ o vakitte, meşhur Kemâl’in ‘Rüyâ’sıyla uyandım.” 5
Ahrârların mücadelesi
Bunlar, adalet, hamiyet, milliyet, hürriyet ve müsâvâtı gerçek manada müdafaa eden Ahrâr grubudur ki, sonradan Ahrâr Fırkası adı altında İttihâd ve Terakki’den ayrılmak istemişlerdir. Ahmed Rıza Bey, Enver ve Niyazi Beylerin bu manada İttihâtcı olduklarını ve ancak birinci grubun esiri olduklarını düşünüyoruz. Nitekim Mithat Paşa’nın oğlu Ali Haydar Bey, daha işin başında birinci grubun hıyânetlerini görerek cemiyetten istifa etmiştir. Bu ikinci gruba mensup olan hakikî hürriyet-perverler, daha sonra Abdülhamid’e yaptıkları zulümlerden pişman olmuşlar ve kusurlarını itiraf etmişlerdir. Maalesef, II. Meşrûtiyetin kurulmasından sonra, İttihâd ve Terakki’nin içinde hâkim olan kuvvet birinci grup olmuştur. Hakikî hürriyetçiler iki defa Hükümetin başına geçtikleri halde, birinciler tarafından çeşitli oyun ve entrikalarla devrilmişlerdir. İşte Mehmed Âkif ve Bediüzzaman gibi İslâm âlimlerinin kendilerine nasihat ettikleri İttihâdcılar grubu, Ahrâr denilen ikinci gruptur. 6
Bediüzzaman’ın müsbet ve menfî olarak gördüğü kesimlere hem tavsiyeleri ve hem de tenkitleri vardır. İlk başlarda, yani Hürriyet’in ilânı günlerinde İttihâd ve Terakki’nin bütün kolları ve ayrı ayrı fikir cereyanları Bediüzzaman’a karşı hürmet ve takdir içinde bulunurlarken, sonraları Bediüzzaman’ın doğrudan doğruya İttihâd-ı İslâm ve İslâmî an’ane ve mefkûresi adına kabul ettiği hürriyet anlayışı, bunların bazılarının işine gelmemesi sonucu, Bediüzzaman’dan ayrıldılar. Fakat İttihâd Terakki’nin sağ kanadını teşkil eden hakikî milliyetçi ve gerçek hürriyet-perverler ve Ahrâr kısmı onunla dostluklarını sonuna kadar devam ettirdiler. Bu cihetler ahrârlar ile Bediüzzaman arasında ve sonrasında da Nur Talebeleri arasında kader birliği vardır. Perde arkasında iş gören ifsad şebekeleri Ahrârlar ile Nur Talebelerine karşı hep sû-i kast planlarını devreye sokmuşlar, zaman zaman da başarılı olmuşlardır. Ancak kader hükmünü icra edecek ve “İnşaallah, o Ahrârlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar.” 7
Dipnotlar:
1- ABIBSNİŞ, Cilt-I, s. 441.
2- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 288.
3- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 289.
4- Ahirzaman Tarihi, Cilt-I, s. 152.
5- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 288.
6- Kuran, Ahmed Bedevi, İnkılâb Tarihi ve Jön Türkler, s. 277.
7- Emirdağ Lâhikası-II, 2013, s. 520.