Sırlar içinden gelen bir Hızır - SELİM A. PALA |
İnsan, şu dünya hayatında çok şeylerle karşı karşıya geliyor. Bazen öyle anlar oluyor, öyle daralıyor ki, bir el, bir kurtarıcı bekliyor, “Ey Rabbim! Her şeyin Hâlık’ı, Rabbi Sensin. İmdat eyle!” diye niyaz ediyor. Birçoğumuzun başına gelmiş bir durum vardır veya gelebilecek: Birisi yanımıza gelir, bir şey satıyordur, “Alır mısın?” diye; mütevazi bir şekilde sorar ya da bir şeyler ister boynu bükük, ama izleyici edasıyla. Ağzımızdan o dalgınlıkla, dünyaya dalmış gitmiş bir vaziyette, “Yok!” kelimesi çıkar. Aradan 15-20 saniye geçmeden, eğer göz açıksa, kalp gözü titreşimle birlikte “open” konumuna gelmişse, onun aslında farklı biri olduğunun farkına varırız. Ama, geriye döndüğümüzde yoktur orada, gitmiştir artık, vefa bilen diğer insanların yanına. Bu, işin Hz. Hızır ile olan boyutu aslında konuya başlık kısmı. Asıl, mânâ-i harfi nazarıyla bakılması gereken başka bir boyutu var. O da, yaşadığımız hayatta her şeyin bir hikmetinin olduğu. Kâinatın her noktasında Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, bize rahmet olacak birçok Hızırlar göndermiştir. Nerede mi? Öyle fazla uzağa gitmeye gerek yok. Hemen yanı başınızda, bulunduğunuz odada. Bir kuş, bir eşya, bir olay... Dikkatli bir nazarla tefekkür ettiğimizde, düşündüğümüzde, onlar bize O’nu hatırlatır; O’nun varlığını bildirir, her şeye olan etkisini gösterir. Başımıza gelen olumsuz hadiseler, aslında ne kadar olumsuz olsa da, bizim için olumlu işlere kapı açan birer vesiledir. O’nu unutmaktan doğan gaflet hastalığını, bir anda gideren bir ilâç gibidir. Varlığını hissettiğimiz anda, yanımızda buluveririz. O bize şah damarımızdan daha yakın. Biz bunu biliyorsak, dünya bize safa ender safa, hatta ahiretimiz de öyle tabiî. Çünkü yaptığımız her şey orası için. İyi ve güzel amel işleyenler için hazırlanmış Adn Cennetleri var mükâfat olarak. Tabiî anlayana, farkına varana. Bakıp da görene... Görmek dedim de bir hikâye geldi aklıma şimdi; belki de duymuşsunuzdur. Hani, gencin biri hep duâ edermiş, Hızır görmek için. Bir gün bu düşünceyle yürürken, karşısından aksakallı bir amcanın geldiğini fark etmiş. Amcayı durdurmuş ve ondan kendisine, Hızır ile karşılaşması için duâ etmesini istemiş. O amca da, tahmin etmişsinizdir, Hızır imiş; yani, Hızır hâzır olmuş. “Bak evlâdım, inşallah Hızır’ı böyle karşında görürsün” diyerek kendini tarif etmiş eliyle. “Bak evlâdım, Hızır yerden taşı alır, un gibi yapar böyle” demiş ve yapmış. “Haa! Dikkat et, işte Hızır odur.” Tabiî o genç de, “Olur amca dikkat ederim” demiş ve ayrılmışlar. Bir hikâyecik de olsa yaşayabileceğimiz bir olay. İşte, bakmak yetmiyor bazen, bakıp da görmek, gördüğünden ibret almak isteniyor bizden. Etrafımızda olup biteni izlerken boş gözlerle değil de, dolu gözlerle bakmalı. O nasıl olacak demeyin; okumakla tabiî. Ama, Yaratan Rabbimizin Adıyla, O’na muhatap olma sıfatıyla… |
14.09.2009 |