İlkokula başlayan miniğin hikâyesini duymuşsunuzdur.
Okuldaki ilk günün sonunda yorgun argın evine döner. Okul giysilerini çıkartıp, arkadaşlarıyla oyun oynamak için sokağa çıkmaya hazırlanırken, annesi onu uyarır:
-Geç kalma ... Ders çalışacaksın, sonra yemeğini yiyecek ve erken yatacaksın. Yarın okul var.
Çocuk şaşkın, itiraz eder annesine:
-Yarın yine mi okul var?.. Bugün gitmedim mi okula?
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeni komutanları her 30 Ağustos’ta eskilerinden görevi teslim alırken yapılan konuşmalar, bana okula her gün gideceğini öğrenip şaşıran miniğin halini hatırlatır.
Bu devir ve teslim törenlerinde bitmeyen bir rejim tehlikesinden ve buna karşı Türk Silahlı Kuvvetlerinin nasıl hazırlıklı olduğundan söz edilir.
Aslında yüksek yargı organlarının benzer devir teslim törenlerinde de, yargıçların maaşlarının yetersiz olduğundan ve yargı bağımsızlığının bulunmadığından söz edilir ya...
Bu açıdan bakıldığında her devir teslim töreninde Türkiye ilkokula birinci sınıftan yeniden başlar gibidir.
BEKLENTİLER
Oysa büyük yokluklarla ve önce bir Dünya Savaşının, arkasından da Kurtuluş Savaşının ertesindeki yorgunluklar içinde kurulan Cumhuriyet, ilkokul dönemini çoktan geçmiştir. Devlet de toplum da bırakın ergenliği aşmayı, olgunluk dönemine girmiştir.
Dünyadaki her ülkeyi ilgilendiren “Tehditler ve tehlikeler”, Türkiye’nin kendine özgü konumuna dayalı olarak bizim coğrafyamızda da elbet vardır. Ama aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti bunları geride kalan 80 yılda bertaraf etmeyi başarmıştır. Toplum artık tehdit ve tehlikelerin bertaraf edilmesinden ve güvenliğin sağlanmasından öteye, yarına dönük beklentilerin içindedir ve bu beklentilere sahip olmayı da hak etmiştir.
Bu beklentilerden biri de anayasal demokrasi içinde, temel hak ve özgürlüklerin kutsandığı, askerin siyasete müdahale etmediği, devletin kurumlarının birbirlerine saygılı olduğu bir hukuk düzeninin egemen olmasıdır.
Halkın ödediği vergilerle ve sonunda faizini de ana parasını da halkın ödediği borçlarla denkleştirilen Bütçe’de, tehlikelerin bertaraf edilmesi ve içdış güvenliğin sağlanması için, güvenlik kuvvetlerine büyük fonlar ayrılmıştır. Yapılan reformlar ve ekonomide sağlanan başarılarla, ordu da polis de modern araç ve gereçlere sahip olmuştur. Düşünün ki ilk Kıbrıs bunalımlarının yaşandığı 1960’lı yıllarda ordunun çıkarma yapabilecek amfibik araçları yoktu. Kıbrıs’a müdahale edilen 1974’te, uçakların lastikleri için Kaddafi’den yardım istenmişti.
HATIRLANACAK
Yani artık Silahlı Kuvvetler’de devir teslim törenleri sırasında yapılan konuşmalarda, varılan noktalar ve sağlanan aşamalar anlatılsa, artık tehdit ve tehlikeyi önlemek yanında AB’ye üyeliği hedeflemiş Türkiye’de tüm devlet kurumlarının ana görevinin anayasal demokrasiye sadık kalmak olduğu vurgulansa, her gün yeniden ilkokula başlamaya benzeyen bu kısır duyguyu belki atlatabiliriz.
Genelkurmay Başkanlığı görevini Org. Büyükanıt’a devredecek olan Org. Özkök, bu beklentiyi vazife yaptığı dönemde karşıladı. Hem anayasal demokrasiye sadakatin erdemini her davranışıyla vurguladı, hem de ordunun da şeffaf olabileceğini, Silahlı Kuvvetler içindeki şaibe söylentilerini yargıya göndererek kanıtladı.
Yargıtay Onursal Başkanı Doç. Dr. Sami Selçuk da, görev döneminde, başkan olmanın kişiyi hukuka yabancılaştırmayacağını nasıl kanıtladıysa ve bu yüzden “Hukukun üstünlüğü” denince hala onun adı akla geliyorsa, Org. Hilmi Özkök denince de, AB’ye üye adayı bir Türkiye’nin genelkurmay başkanının nasıl olması gerektiği hatırlanacaktır.
Bazı seçilmiş sivillerin militarizmi siyasetin bir aracı olarak gördükleri ortamda, Org. Özkök, askerin bile militarizmden uzak durması gerektiğini her davranışıyla herkese öğretmiştir.
Veya öğretmiş olduğunu ümit ediyoruz.
Sabah, 29 Ağustos 2006
|