Danimarka Genelkurmay Başkanı’nı tanıyor musunuz? İsveç’in Hilmi Özkök’ünün ismi nedir? İngiltere ve Almanya’daki ‘devir-teslim törenleri’ni, bu törenlerde yapılan konuşmaları biliyor musunuz? Fransa Kara Kuvvetleri Komutanı kimdir?
Bu soruları, çeşitlendirerek, istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz.
Mesela benim aklıma da şöyle bir soru geliyor:
Hangi ülkede, bürokrasi içi atamalar bizdeki kadar abartılır ve medyanın bir numaralı gündemi haline gelir yahut getirilir?
Hemen cevabını vereyim: ‘Hiçbir ülkede.’
Burada ‘üçüncü dünya ülkeleri’ni ayrı tutmak gerekiyor. Zira, ‘üçüncü dünya ülkeleri’nden başkası bu konularla ilgilenmez. Mesela, Danimarkalılar bilmezler kendi Genelkurmay Başkanlarının adını. İsveçliler Yaşar Büyükanıt’a karşılık gelen komutanlarını merak etmezler.
Daha mütekamil ama daha az karmaşık bir bürokrasiye sahip İngiltere ve Almanya’da da devir teslim törenleri yapılır ama, bu daha çok ‘kurum içi’ bir etkinlik olarak kalır.
Hiçbir Fransızın umurunda değildir Kara Kuvvetleri Komutanlığına kimin atanacağı. Dolayısıyla, bu ülkelerde (normal demokrasilerden söz ediyorum) ‘Kodu mu oturtan asker’ türünden polemiklere rastlayamazsınız.
Hangi komutanın ‘başkomutanlığa’ getirileceği ise, medyanın ve sivil toplum kuruluşlarının değil, bu göreve atanacak kişinin ve (varsa) karısının, çocuklarının, torunlarının konusudur.
Kaç yıldır bu işlerin içindeyim; kaç yıldır ‘asker-siyaset ilişkisi’yle ilgileniyorum, ama aklımda bir tek yabancı asker ismi yok. Hele, ‘koduğunda oturtan’ birini hiç hatırlamıyorum.
Bu yazıya oturmadan önce google’dan uzun bir tarama yaptım ve yukarıdaki sorulara yanıt aradım; hep ‘teknik ayrıntılar’ çıktı karşıma. Bu ayrıntılardan da siyasi sonucu olabilecek bir tek cümleye, bir tek ‘ima’ya, bir tek ‘gönderme’ye rastlayamadım.
Düşünebiliyor musunuz, demokrasi olma yolunda iyi-kötü adımlar atan, bazı tatsız müdahalelere rağmen bu işi öğrenme yolunda hızla ilerleyen Türkiye’de bir numaralı gündem konusu hálá asker.
Mesela yabancı basında şu tür haberler çıkabiliyor: Sertliğiyle bilinen komutanın Genelkurmay Başkanlığına getirilmesiyle birlikte terörle mücadelede yeni bir dönem başladı, artık daha sert adımlar atılacak.
Bunu, herhangi bir durum tespiti sayabilirsiniz. Fakat, olay, ‘durum tespiti’nin de ötesinde bir başka (nahoş) duruma işaret ediyor ki, asıl üzerinde durmamız gereken konu bu.
Elbette yeni komutan ‘sert’ biri olabilir, böyle bir karaktere sahiptir ve bu durumu değiştirmek elinde değildir...
Fakat, terörle mücadelede yöntemi niçin komutanın sertliği belirlesin?
Bu ülkede bir hükümet, bir parlamento, bir karar mercii, ağır-aksak da işlese bir adalet mekanizması yok mu?
Kaldı ki, ‘terörle mücadele’, öncelikle sivil perspektifi öngerektiren bir konudur. Bir uzmanlık konusudur. İşin askeri boyutu olduğu kadar, sosyal boyutu da vardır. Komutan sert diye, sivil perspektifi devre dışı mı bırakacağız?
Kuşkusuz komutanın da ‘yöntem’ konusunda oluşmuş bir fikri, söyleyecek bir sözü vardır, olmalıdır da, ama bu fikrini devir-teslim törenlerinde, siyasileri azarlar bir üslupla değil, meşru çerçevede, hiyerarşik dengeleri gözeterek ilgili mercilere iletmek durumundadır.
Şu, sadece bizde olan, başka hiçbir ülkede rastlanmayan devir-teslim törenleriyle ilgili de birkaç cümle sarfetmek isterdim ama, bu konuda en güzel yazıyı Mustafa Erdoğan yazdı.
Erdoğan, üniformalı kamu görevlilerinin, siyasi sorumluluk sahibi politik karar alıcıların (mesela Başbakan’ın) önünde Türkiye’nin iç ve dış güvenlik siyasetiyle ilgili ‘talimatvari konuşma yapmalarının yakışıksızlığına’ değiniyordu ki, doğrusu ekleyecek söz bulamıyorum.
Star, 29 Ağustos 2006
|