Başlangıçlar, taze bir umutla, bir iyimserlikle, bir dostluk çağrısıyla yapılır genellikle. Biraz safça da olsa, işin olumlu tarafları vurgulanır.
Bu güzel bir gelenektir. Yeni bir ders yılının başlangıcını düşünün. Okul yöneticileri açılış töreninde çocukların karşısına geçip öğrenci milletinin ne kadar haylaz, tembel ve okul düşmanı olduğunu, zaten çoğunun bu yıl sınıfta çakacağını, başaramayacağını söylemezler elbette; herkese umut aşılayan, iyimser bir konuşma yaparlar. Herhangi bir seçim ertesini düşünün. Kazanan çıkıp seçim süreci boyunca kırıp geçirdiği rakiplerine elini uzatır. Herkesle kucaklaşır, herkesi birlikte çalışmaya, dostluğa ve birliğe çağırır.
Doğrusu yeni genel kurmay başkanımızdan ve kara kuvvetleri komutanımızdan da en azından devir teslim töreni konuşmalarında bu güzel geleneğe uymalarını beklerdik. Ama o ne hiddetti öyle! Bölünmekten, bölmekten, parçalamaktan, saldırıdan, cezadan, hesap vermekten, iğrenç bataklıklardan geçilmeyen, burnundan soluyan bir konuşma yeni bir başlangıca uydu mu şimdi yani?
***
İşin daha da vahimi, gerek Büyükanıt’ın gerekse Başbuğ’un konuşmalarında, saldırı hedefinin genişliği, “düşman”ın yaygınlığı ve her şeyin birbirine karışmış oluşuydu. Evet, anlaşılıyordu ki Büyükanıt Paşa, son dönemde kendisinin genelkurmay başkanlığını engellemek amacıyla bazı çevrelerin başlattıkları internet ve telefon mesajlarıyla karalama kampanyasına çok içerlemişti. Haklıdır, insan gerçekten de içerler. Ama “patlamak” için bu devir teslim törenini seçmenin hiç de “şık” kaçmadığı da ortada. Hadi, bunu pek hoş karşılamasak da anladık diyelim. Ama bu karalama kampanyasına çatarken, araya bir de “insan hakları, özgürlük ve demokrasi gibi kavramların arkasına saklananlar” diye bir laf sokuşturmanın; ordunun siyasetteki ağırlığından şikâyetçi olan çevreleri de araya katmanın, onları da aynı üslupla suçlamanın âlemi ne? Kim Türkiye’de askerin siyasetteki ağırlığından en çok şikâyet ediyor; böyle bir yapının demokrasiyle bağdaşmadığını söylüyor? Avrupa Birliği... Peki ordumuzun en üst kademe yöneticilerinin Avrupa Birliği karşıtı görüşlerini, daha görevi teslim aldıkları ilk günde ve böyle bir üslupta ortaya koymaları bilinçli bir seçim mi? Esrarengiz iftira mesajları çekenlerle, teröristlerle, Avrupa Birliği yöneticilerini ve Avrupa Birliği taraftarlarını bir araya koyup, hepsini birbirine karıştırıp hepsine birden Cumhuriyet düşmanı, ordu düşmanı, bölücü, hain diye saldırmak bilinçli bir politikaysa, doğrusu bu politikayla başımız epey dertte demektir.
***
Ne tesadüftür ki, yeni Genelkurmay Başkanımızın ve Kara Kuvvetleri Komutanımızın görevi devraldıkları gün yaptıkları konuşmaların en etkili eleştirisi eski genel kurmay başkanının yaptığı konuşmanın içinde saklıydı. “Siyaset kurumunun güçlenmesi ve itibarının artması önemlidir” diyordu Sayın Özkök ve şöyle devam ediyordu: “Demokrasi, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu tek şeydir. Demokrasiyle ülkemizin daha da güçleneceğine ve bölgesinde örnek bir ülke olacağına, demokratikleşme çabalarının devam edeceğine inanıyorum.” Özkök’ü çok özleyeceğimiz daha şimdiden anlaşılıyor.
Bugün, 27 Ağustos 2006
|