Yalova’dan S. C. Rumuzlu okuyucumuz: “Allah rızası için iftira ve gıybet yapılır deniyor; doğru mu?”
Öncelikle din kardeşlerimize karşı değil iftira ve gıybet için bir yol ve iz aramak, uhuvvet ve kardeşlik bağlarımızı yeniden gözden geçirmeye ve yeniden kurmaya şiddetle ihtiyacımız olduğunu söylemeliyiz. Allah’ın huzuruna gidiyoruz. Katı kalple Allah’ın huzuruna ulaşmaktan Allah’a sığınmalıyız. Çünkü Cenab-ı Allah’tan katılık değil, yumuşaklık istiyoruz; öyle değil mi? Öte yandan kalbin katı olması, katı kalması, katılıkla iftihar edilmesi pek hayra alâmet değildir. Zararını önce kendimiz çekeriz. Keskin sirke küpüne zarardır. Katı kalbin azabını, acısını, cezasını bizden başkası çekmez.
Allah rızası için iftira veya gıybet nasıl yapılabiliyor? Burada ölçümüz ne olacak? Karşı taraf ile uhuvvet ve kardeşlik bağlarımız var idiyse, yaptığımız ve kendimizi haklı bulduğumuz bu gıybetin ve iftiranın haklılığını Cenâb-ı Allah’a nasıl izah edebileceğiz? Oysa Kur’ân mü’minin onurunu, haysiyetini, kişiliğini, kimliğini her türlü gıybetten, sû-i zandan1, iftiradan, kem gözlerden, hasetten, kıskançlıktan, kötü nazardan, kaş-göz işaretiyle alay etmekten, çekiştirmekten2, istihfaftan, küçük düşürmekten korumuştur. Biz kendimizi bütün bunları veya bunların birkaçını yapmakta nasıl haklı bulabileceğiz? Hevâmızı veya havamızı ya da vehmimizi ölçü almak bizi haklı kılar mı? Orada, kıyamet gününde, hesap gününde, Allah’ın huzurunda gıybetini yaptığımız veya iftira attığımız kişilere sevabımızdan ödeme yapmak, hayır ve hasenatımızı bir hiç uğruna kendi ellerimizle harcamak bizi çok mu rahatlatacak?
İman dairesindeki bir kardeşimiz, bir ehl-i iman, açıktan fısk u fücur içinde olmadıkça, yani fâsık-ı mütecâhir olmadıkça, yani fenalıktan sıkılmıyor, tam tersi işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmetmekten lezzet alıyor; sıkılmayarak aşikâre bir sûrette işliyor olmadıkça3 gıybetini yapamayız. Açıktan fısk u fücur içinde olduğunda da, yalnız o sıfatını gıybet edebiliriz. Diğer sıfatlarını gıybet etmeye yine izin yok.
Dolayısıyla ne Allah rızası gıybeti kaldırır; ne de iman ve hizmet dairesi! Gıybetle uhuvvet bir arada yürümez; araya soğukluk, gizli husumet, pek su yüzüne çıkmasa da gizli kin ve garaz muhakkak girer. Bu da din kardeşliği bağlarını sarsar ve zedeler.
Diğer yandan, doğru; çevremizden sorumluyuz. Toplumumuzdan mesulüz. Ancak üslup çok önemlidir. İnsanlarla iletişim kurarken mesafeyi çok iyi ayarlamalı, onların üzerinde fazilet satıcılığı yaparcasına, kendi faziletimizi öne çıkarırcasına hâkimiyet kurmaya çalışmamalıyız. Uyarı görevimizi dostane, nezaket içinde ve yalnız kendisine yapmalıyız; başkasına değil. Peygamberlerin bile yalnızca tebliğle görevli bulunduklarını unutmamalı ve doğru uyarılarımızı dinlemedikleri vakit kendimizi boş yere üzmemeliyiz, güzel amellerimizi gıybetle zayi etmemeliyiz. Kim olursa olsun; uyarı yaparken de, kırıcı, dışlayıcı, itici ve kınayıcı bir üslup kullanmaktan sakınmalıyız. Ama nezaketi ve tatlı bir üslubu elden bırakmaz isek, unutmayalım; tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.
Duâ
Allah’ım! Hesap gününde bize yardım et! Hesap gününde üzerimizden rahmetini esirgeme! Hesap gününde bizi bağışla! Hesap gününde bizi Sevgili Peygamberimizin (asm) şefaatine ulaştır! Hesap gününde bizi utandırma! Unuttuklarımızdan ve hataya düştüklerimizden bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bize ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işleri yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize merhamet et! Bizi hatalarımızla ve kusurlarımızla yargılama! Sen Mevlâ’mızsın!
Âmin... Âmin... Âmin...
Dipnotlar:
1- Hucurât Sûresi, 49/12
2- Hümeze Sûresi, 104/2
3- Mektûbât, s. 268
01.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|