Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Allah'ın kendisi için takdir ettiği şeyi yerine getirmesinde peygamber için bir vebâl yoktur. Daha önce geçen peygamberler hakkında da Allah'ın kanunu böyledir. Allah'ın emri, tâyin edilmiş ve değişmez bir hükümdür.

Ahzâb Sûresi: 38

01.06.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim ki, yarım kelime ile de olsa bir mü'minin öldürülmesine yardım ederse, Allah'ın huzuruna alnında "Allah'ın rahmetinden ümidi kesilmiş" yazılı olarak varır.

Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3577

01.06.2006


Musibetlerde, inâyet-i İlâhiyenin tatlı neticeleri vardır

Bu sıkıntılı zamanda nefsim sabırsızlıkla beni tâciz ederken, bu fıkra onu tam susturdu, şükrettirdi. Size de faydası olur diye leffen takdim edilen bu fıkra, başımın yanında asılı duruyor.

1. Ey nefsim! Yetmiş üç sene, yüzde doksan adamdan ziyade zevklerden hisseni almışsın. Daha hakkın kalmadı.

2. Sen, anî ve fânî zevklerin bekâsını arıyorsun. Onun için, onun zevâliyle ağlamaya başlıyorsun. Kör hissiyâtınla bu yanlışının tam tokadını yersin. Bir dakika gülmeye bedel on saat ağlıyorsun.

3. Senin başına gelen zulümler ve musibetlerin altında kaderin adaleti var. İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulmediyorlar. Fakat kader, senin gizli hatalarına binâen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem hatâna keffâret ediyor.

4. Hem yüzer tecrübenle, ey sabırsız nefsim! Katî kanaatin gelmiş ki, zahirî musibetler altında ve neticesinde, inayet-i İlâhiyenin çok tatlı neticeleri var. “Belki sevmediğiniz şey, hakkınızda hayırlıdır” (Bakara Sûresi, 2:216.) çok katî bir hakikatı ders veriyor. O dersi daima hatıra getir. Hem, feleğin çarkını çeviren kanun-u İlâhî, senin hatırın için—o pek geniş kanun-u kaderî—değiştirilmez.

5. “Kadere iman eden, kederden emin olur” kudsî düsturunu kendine rehber et. Hevesli, akılsız çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peşinde koşma. Düşün ki, fânî zevkler, sana mânevî elemler, teessüfler bırakıyor; sıkıntılar, elemler ise, bilâkis, mânevî lezzetler ve uhrevî sevaplar veriyor. Sen dîvâne olmazsan, muvakkat lezzeti yalnız şükür için arayabilirsin. Zaten lezzetler şükür için verilmiş.

Said Nursî

Emirdağ Lâhikası, s. 173

Lügatçe:

bekâ: Devam etme, sonsuzluk.

felek: Gökyüzü, sema. Yörünge. Talih, baht, kader.

inâyet-i İlâhiye: Allah’ın mahlukatı üzerindeki yardımı, ikramı, ihsanı.

zevâl: Son bulma.

zahirî: Görünüşte, dış görünüşe göre.

leffen: Ekli, bitişik.

muvakkat: Geçici.

teessüf: Esef, üzüntü.

uhrevî: Ahirete yönelik.

01.06.2006


Nur’un yüksek bir talebesi: Mehmed Kayalar

Mehmet Kayalar, 1914 doğumlu olup aslen Konyalı’dır. Dedesi Selanik’in Kayalar kasabasında dünyaya gelmiştir. Babası Mahmut Efendi, annesi Hüsnü Şah Hatun idi. Mehmet Kayalar, 6-7 yaşlarına kadar Kayalar’da kaldıktan sonra, Türk-Yunan devletlerinin göç anlaşmasına göre ailesi ile birlikte Erzincan’a getirilirler. İlk tahsilini Erzincan’da, diğer öğrenimlerini askerî okullarda tamamlar.

1937 yılında Askerî Harp Okulu’nu bitirerek ordu saflarına katılır. Konya, Susurluk, Kemalpaşa, Uşak, Bingöl ve Diyarbakır illerinde görev yapar.

Evli ve üç çocuk babası idi. Çocukları da vefat etmiştir. Eşi ise hâlen hayattadır.

Mehmet Kayalar, takriben 1942 yılında Risale-i Nur eserleri ile ve 1950’de Bediüzzaman Hazretleri ile tanışır. Üstad Hazretleri ile görüşmeleri üç veya dört kez olmuştur. İkinci görüşmesinde emekli olmaya karar vermiş, Üstad ise aile efradını nazara alarak göreve devam etmesini arzu etmiştir. Ancak o, Üstada bir telgraf çekip ‘Affınıza sığınarak emekliliğimi istedim’ demiştir. Üstad Hazretleri telgrafı aldığında, hemen ayağa kalkarak talebelerinin önünde ‘Kardeşim Mehmet Kayalar, şimdi dünyayı ayağının altına aldı. Maşallah, barekallah’ demiştir. Önyüzbaşı rütbesinde iken, 1952 yılında emekli olarak subaylığa veda etmiştir.

Vefatına kadar Risale-i Nur hizmetleriyle meşgul olan Mehmet Kayalar, 1 Haziran 1994’te Çiftlikköy’de vefat etmiştir. Kabri Yalova ili Çiftlikköy ilçesi kabristanlığındadır.

(www.mehmetkayalar.com)

—Mahkeme Müdafaası’ndan bazı kesitler—

‘Hiçbir kuvvet, Tevhid hakikatini,

bu vatanın sine-i pâkinden silemez’

[Birkaç defa beraat kazanan Risale-i Nur’un bir kaç vilayette haksız müsaderesine dair, Nur’un yüksek bir talebesinin mahkemesindeki müdafaasından bir parçadır.]

Diyarbakır Sulh Ceza Mahkemesi Yüksek Makamına,

Maksadımız, imanımızı kurtarmaktır, imana hizmettir, Kur’ân’a hizmettir. Ahirete müteveccih olan bir hal ise, hiçbir suç mevzuu olamaz. Mütemadiyen şikâyette bulunduğumuz o gizli din düşmanları, türlü türlü entrikalarla, tertiplerle, iz’açlarla bizleri bu kudsî vazifeden men’etmeye uğraşmaktadırlar. Bizler ise bu kudsî yolda Kur’ân ve iman için herşeyimizi fedaya seve seve hazırız.

Değil dünyevî ıztıraplar, cehennemî azaplar da verilse, bıçaklarla da doğransak, en müthiş ölümlere de maruz bırakılsak, asırlar boyunca milyonlar mübarek ecdadımızın feda-yı can ettikleri bu kudsî hakikata, bizim canımız da feda olsun. Bir değil, bin ruhum da olsa, Kur’ân için, iman için hepsini feda etmeye her zaman hazırım!

Şu aziz vatanın taşları, toprakları, âbideleri, kubbeleri, camileri, minareleri, mezar taşları, türbeleri; Kur’ân’ın tebliğ ettiği zemzeme-i Tevhidi haykırıyorlar. İman ve Kur’ân’ın ezelî nurunu, atom zerratına kadar nüfuz edip ilân ettiği Tevhid hakikatını, hiç bir kuvvet bu vatanın ve bu milletin sine-i pâkinden silemez.

Muhterem mahkemenizden, yüksek adaletinizden; hakaik-ı Kur’âniyeyi ve vahdaniyet-i İlâhiyeyi haşmetle ilân eden ve tevhidi, azami derecede gösteren Risale-i Nur Külliyatının iadesine ve beraatına karar vermenizi rica ederim.

Risale-i Nur, Kur’ân’ın malıdır. Arşı ferşe bağlayan Kelâmullah ile mazi canibindeki milyarlar ehl-i iman, evliya ve enbiya alâkadar oldukları gibi, Risale-i Nur mahkemesiyle de mânen alakadardırlar. Çok ihtiyarlamış arzın, dörtyüz milyon Müslüman sekenesi, Risâle-i Nur’un beraatına ve serbestiyetine ve intişarına muntazırdırlar.

Mazi tarafından perde-i gayb arkasına çekilen mübarek ecdadımızın nurânî kafileleri, ulvî makamlarından Risale-i Nur mahkemesine mânen nazırdırlar. Müstakbel cephesinin feyizkâr nesilleri, beraatHAŞİYE kararını bekliyorlar.

Emekli Yüzbaşı Mehmed Kayalar

HAŞİYE: Bu müdafaanın serdedildiği muhakeme, beraatla neticelenmiştir.

İşârâtü’l-İ’câz, s. 272-276

01.06.2006


Halîm

Allah (c.c.), Halîmdir. Yani sonsuz hilim sahibidir. Günahlara karşı mühlet verir, tövbe için fırsat tanır, nedâmet ve pişmanlık için imkân lütfeder. Cenâb-ı Halîm-i Rahîm, gazabın ve öfkenin zulmünden münezzehtir, gazap ve celâl halinde de şefkati ve merhameti ön plândadır. Onun rahmeti gazabını geçmiştir. Asileri cezâlandırmakta aceleci değildir. Ehl-i dalâletin düşüncesiz sözleri, akılsız hareketleri ve âsilerin isyanları ile çabuk öfkelenmez, teennî ile af kapılarını dâima açık bırakır ve tövbekâr kullarını affeder. Resûlullah Efendimizden (a.s.m.) rivâyet edilen1 Halîm ismi ile Cenâb-ı Hakkın aceleci olmaktan, kararında yanılmaktan ve zulüm içinde bulunmaktan münezzeh olduğunu anlarız.

Kur’ân, Cenâb-ı Hakkı Halîm ismiyle de zikreder. “Zeval bulmasın diye gökleri ve yeri tutan muhakkak Allah’tır. Eğer onlar yok olurlarsa, and olsun ki onları, Ondan başka kimse tutamaz! O şüphesiz, Halîmdir, Ğafûrdur.”2 Şu âyet de Cenâb-ı Hakkın Halîm ismini açıklar mâhiyettedir: “Eğer Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir canlı bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Vakti gelince gereğini yapar. Muhakkak Allah kulları üzerinde Basîrdir (görmektedir).”3

Bedîüzzaman’a göre, küfür ve şirk Allah’ın birliğine zıttır ve insanın tabiatını çirkinleştirir. “De ki: Eğer dedikleri gibi, Allah ile beraber ilâhlar bulunsaydı, o takdirde hepsi Arşın sahibiyle savaşmaya yeltenirlerdi. O, Onların söylediklerinden münezzehtir, uludur ve yücedir. Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar Onu tesbih ediyorlar. Onu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Muhakkak O, Halîmdir, Ğafûrdur”4 âyetinde Kur’ân, şirkin akıldan ve sâlim düşünceden ne kadar uzak olduğunu zikrettikten sonra, peşinden Allah’ın Halîm ve Ğafûr olduğunu hatırlatır.

Bu hatırlatma, Bediüzzaman’a göre, Kahhâr-ı Zülcelâlin, hadsiz çirkin bir isyana nasıl müsaade ettiğinin ve isyancıların başlarına kâinatı neden harap etmediğinin, bu gibilere mühlet tanımasının hikmetini açıklamaktadır.5 Öyleyse, günahların affı için Halîm isminden muhakkak imdât istenmelidir.6

(Risale-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Tirmizî, Daavat: 86.

2- Fatır Sûresi: 41.

3- Fatır Sûresi: 45.

4- İsra Sûresi: 42-44.

5- Sözler, s. 394.

6- Mesnevî-i Nuriye, s. 113.

01.06.2006


Cevşenü'l Kebir'den

1. Ey zayıfların Yardımcısı,

2. Ey fakirlerin Hazînesi,

3. Ey gariplerin Sahibi,

4. Ey dostların Yardımcısı,

5. Ey düşmanların Kahredicisi,

6. Ey gökleri Yükselten,

7. Ey belâları Kaldıran,

8. Ey dostların can Yoldaşı,

9. Ey takvâ sahiplerinin Sevgilisi,

10. Ey zenginlerin Ma’budu,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin, Senden başka ilâh yok ki bize imdat etsin. Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

01.06.2006


Zübeyir Gündüzalp'in kaleminden

Seni methedenlere aldanma!

Hâlini, etvârını, gidişatını başkasından dinle. Çünkü senin fenalığın, yanlışlık ve hataların senin nefsine, dostun gözüne iyi görünür. Seni methedenlere aldanma. Senin yanlışlık ve isabetsiz hareketlerini sana söyleyenler, senin hakikî dostlarındır. Hastaya şeker vermek câiz olmayabilir. Onun için acı ilâç faydalıdır.

Yanlış hatt-ı harekette giden, zararlı hali olan bir kimseye her zaman, “İyi gidiyorsun” demek, onu gaflete düşürmek ve ona zulmetmek olur.

“Senin yolunda şöyle bir kuyu var” diyen insan senin hayırhâhındır.

01.06.2006


Çocuğumuz hastaysa...

Mâsum çocukların hastalıklarını, o nazik vücutlarına bir idman, bir riyazet ve ileride dünyanın dağdağalarına mukavemet verdirmek için bir şırınga ve bir terbiye-i Rabbâniye gibi, çocuğun hayat-ı dünyeviyesine ait çok hikmetlerle beraber ve hayat-ı ruhiyesine ve tasaffî-i hayatına medar olacak büyüklerdeki keffâretü'z-zünub yerine, mânevî ve ileride veyahut âhirette terakkiyât-ı mâneviyesine medar şırıngalar nevindeki hastalıklardan gelen sevap, peder ve validelerinin defter-i amâline, bilhassa sırr-ı şefkatle çocuğun sıhhatini kendi sıhhatine tercih eden validesinin sahife-i hasenâtına girdiği, ehl-i hakikatçe sabittir.

Lem'alar, 25. Lem'a, 24. Deva

01.06.2006


Hakikat Işıkları

Herkes bilmez gökte ne var,

Görür onu göz sahibi.

Parıldıyor güneş kadar,

Hakîkati umman gibi.

İster gönül elbet huzur,

Âhir demde etmiş zuhur,

Âlemlere doğmuş o nur,

Gökten inen ferman gibi.

Ferdiyeti elhak ayân,

Odur gönüllere sultân,

Var mı bilmem ulu bürhân,

Bu Bediüzzaman gibi.

Lisânından saçılır nur,

Cinnî okur, insan okur,

Hûr-u Cennet işte bu “Nur”

Gönüllerde cânân gibi.

Âhirzaman esrârını,

İhbâr-ı gayb envârını,

Attı âlem ekdârını,

Doğdu Şems-i tâban gibi.

Semâvâttan rahmet indi,

Akan göz yaşları dindi,

Küfr-ü dalâl yıldı, sindi,

Görünmeyen şeytan gibi.

(Mektûbât, Mehmed Kayalar’ın

şiirinden bir bölüm, s. 468-470)

01.06.2006


BİR KISSA, BİN HİSSE

Şemseddin Atar anlatıyor:

Mevlâna Celâleddin-i Rumî bir gün camide vaaz u nasihat ederken konuyu Hazret-i Hızır (a.s.) ile Hazret-i Musa’ya (a.s.) getirdi. Hızır ile Musa Aleyhisselâmın hikâyesini öyle anlatıyor, öyle canlandırıyordu ki, dinleyenler nefeslerini kesip can kulağıyla dinliyorlardı.

Bu sırada camiin bir köşesine oturmuş, başını aşağı eğmiş ve vaaz dinlemekte olan bir şahıs dikkatimi çekti. Bir yabancıya benziyordu. Fakat üzerinde yolculuk alâmeti yok gibiydi. Derken, adam kendi kendine mırıldanmaya başladı. Bana çok yakın olduğu için söylediklerini anlıyordum. Mevlâna anlattıkça adam kendi kendine sessizce, “Sanki yanımızda idin! Sanki üçüncümüz sendin!” diyordu.

Şaşırmıştım. Yanılıyor olabilir miydim? Adamın hâlini hayranlıkla izledim. Fısıltılarına hayranlıkla kulak erdim. Anladım ki, hayır yanılmıyorum, anladım ki adam Hızır Aleyhisselâmdır. Yanına sokuldum ve kendisine, “Efendim, senin Hızır Aleyhisselâm olduğunu anladım. Ne olur, bana ihsan eyle!” dedim.

Hızır Aleyhisselâm, “Yiğidim! Burada Hazret-i Mevlâna varken ben sana ihsanda bulunursam, deniz yanında teyemmüm eden kişi gibi olursun! Senin bütün müşküllerini Mevlâna halleder!” dedi.

Mahcubiyetimden gözlerine bakamadım. Başımı yere eğdim.

Sonra bir daha baktığımda, adam yerinde yoktu.

Vaaz u nasihat bittikten sonra bu haberi kendisine anlatayım diye Hazret-i Mevlâna’nın yanına gittim.

Mevlâna ile daha göz göze gelir gelmez, ben bir şey söylemeden, Mevlâna, “Ya Attar! Hızır Aleyhisselâmın sözleri doğrudur! Bir ihtiyacın var mı?” demez mi?

Büyüklerin iltifatı ve basireti karşısında hayranlığım bir kat daha arttı.

(Hz. Mevlâna’nın Hayatı

ve Menkıbeleri, s. 32.)

Süleyman KÖSMENE

01.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004