‘Fatır-ı Hâkim, insanın mahiyet-i maneviyesinde nihayetsiz azim bir acz ve hadsiz cesim bir fakr derc etmiştir. Ta ki kudreti nihayetsiz bir Kadir-i Rahim ve gınası nihayetsiz bir Ganiyy-i Kerim bir zatın hadsiz tecelliyatına, cami, geniş bir ayine olsun.’1
İnsanın aczi ve fakrı için Üstad Bediüzzaman, ‘acz-i mutlak’ ve ‘fakr-ı mutlak’ tabirlerini kullanır. Mutlaktan kasıt, sınırı olmayan bir acziyet ve fakriyettir.
Acziyetin sözlük anlamı “beceriksizlik, kuvvetsizlik, güçsüzlük” tür. Acz, kâinatın her tarafında geçerli olan fıtrî bir kanundur. Kanun olmasının neticesidir ki, yıldızlardan atomlara, basit yapılı elementlerden, insanlara kadar bütün varlıkların ortak özelliğidir. Bir avuç havadaki zerrelerin milyarlarca işi karıştırmadan, noksansız bir şekilde yapması, kesinlikle kendi kudretinin eseri değildir. Ayrıca, o küçük kürelerin pek büyük ve çeşit çeşit işleri şaşırmadan yapmaları, Kadir-i Mutlak’ın varlığının apaçık bir delili olmaktadır. O zerrelerin de kendi güçleriyle, akıl ve ilimleriyle sayısız radyo ve televizyon yayınlarını, telefon konuşmalarını ilettiklerini, hiçbir akıl sahibi kabul etmez ve edemez. Bunlar gösteriyor ki, bütün varlıkların âcizlikleri içinde çok ağır yüklerin altından kalkmaları, sonsuz bir kudretin nâmıyla hareket etmeleri sonucu meydana gelmektedir. Bununla birlikte görülmektedir ki varlıklar içerisinde, hareketlerine en fazla özgürlük tanınan, insandır. Bu sebepten, istidat ve kabiliyetleri bakımından, diğerlerine oranla çok daha fazla gelişmiş bir mahiyettedir. Fakat bütün bunlara rağmen insan, âcizlik dairesinin dışında değildir. Hatta kabiliyetlerdeki sınırsızlık, insanın âcizlik derecesinin daha da artmasına sebep olmuştur.2
İnsanın şu kâinat içindeki acziyetini anlaması; onu büyük bir kudretin varlığına götürecektir. Acziyetini fark eden insan görür ki, dünyaya geldiği andan itibaren her şeyi öğrenmeye muhtaç durumda ve hayat kanunlarına karşı cahil bir halde, hatta yirmi senede tamamen hayat kanunlarını öğrenememektedir. Belki ömrünün sonuna kadar öğrenmeye muhtaç durumda olmakla beraber, gayet âciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip bir-iki senede ancak ayağa kalkabilmekte ve on beş senede de ancak zarar ve menfaati fark edebilmektedir. Sosyal hayatın kazandırdıklarıyla, ancak menfaatlerini öğrenip zararlardan sakınabilmektedir.3 Kısaca, insan âciz bir fıtratta yaratılmasıyla hayatı boyunca çocukluk halini yaşamaktadır ve bu da insanın daima şefkate muhtaç olduğunu göstermektedir. Ancak insan âcizliğinin derecesi nispetinde Allah’ın şefkatini ve rahmetini kendisine celb etmiştir. Nihayetsiz âcizliği içindeki bu sırdandır ki, Cenâb-ı Hakk’a iman edip iltica etmesiyle, yeryüzünün nazik bir sultanı ve halifesi olma mertebesine yükselmiştir. Zira Sonsuz bir kudretin anlaşılması, aydınlığın karanlıkla bilinmesi gibi, ancak âcizlikle mümkündür. Bundan dolayıdır ki, insan âcizliğini ne kadar fazla hissederse, Cenâb-ı Hakk’ın kudretinin nihayetsiz mertebelerine o kadar geniş bir dairede ayna olabilmektedir.4
Dipnot: 1- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, s. 291. 2- www.risaleinurenstitusu.org. 3- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, s. 285. 4- http://www.risaleinurenstitusu.org