Zan kelimesi; sanma, farz etme, tahmin etme ya da muhtemeli muhakkak görmek manalarına gelir. Zan, kat’iyet ve yakiniyeti ifade etmez. Su-i zan ve hüsn-ü zan olarak iki türlü zan vardır. Hüsn-ü zan, iyiye de kötüye de yorumlanabilecek bir işi, güzel yönünden bakarak iyiye yormaktır. Su-i zan ise aynı işi kötüye yormaktır. Başka bir tabirle su-i zan, insanın kötü bir fiil ya da iş yaptığını zannetmek, ihtimal vermek ya da düşünmek manalarına gelir.
Cenâb-ı Hak “Ey iman edenler, zannın çoğundan sakının; çünkü zannın bir kısmı günahtır.”1 buyurmaktadır. Âyette yasaklanan zan, mü’mine karşı su-i zan beslemektir ki, bu haramdır.
Cenâb-ı Hak âyetin devamında “Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir” buyurarak tecessüs ve gıybetin de yasak olduğunu ifade etmiştir.
Âyette su-i zandan kaçınmayı gıybet ve tecessüsten önce söylemesindeki bir hikmet de bu olmak gerektir ki, su-i zan domino taşı gibi başka günahları doğurur. Yani su-i zan eden, aslında su-i zan ettiği kişinin o fiili yapmasını arzu eder. Bunu da ispatlamak isterse, ikinci bir günah olan tecessüse girer ve ardından bu zannını başkalarına söylerse: “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun; eğer yoksa bir de iftirada bulundun”2 hadis-i şerifinde ifade edildiği gibi gıybet ve çift katlı bir günah olan iftiraya kadar gitmiş olur. Demek ki su-i zan bu yönüyle birçok günahın ilk adımıdır.
Peygamber Efendimiz (asm), bir hadislerinde şöyle buyurur: “Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.”3
Resul-i Ekrem (asm) başka bir hadis-i şeriflerinde: “Su-i zan etmeyiniz! Su-i zan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz, münakaşa, hased ve düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi birbirinizi seviniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, yardım eder. Onu kendinden aşağı görmez”4 buyurarak su-i zannın asla yapılmaması gerektiğini ifade etmiştir.
Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de su-i zannı nefsin dört hastalığından biri olarak nitelendirmiş ve “İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Binaenaleyh, eslâf-ı izâmın [geçmiş büyük zâtların] hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek sû-i zandır”5 buyurarak da hikmetini bilmediğimiz olaylardan dolayı su-i zan edemeyeceğimizi bildiriyor.
Hatta öyle deniyor ki, bir adam def-i hacet için lavaboya girse, çıksa sonra da direkt namaza dursa, insan su-i zan etmeyecek ki bu adam abdestsiz namaza durdu. Çünkü elimizde delil yok ve hikmetini bilmiyoruz ve zannımız kesinlik ifade etmez.
Üstadımız: “Sû-i zan ise, maddî ve mânevî içtimâiyatı zedeler”6 diyor. Bu meseleyi Üstadımız Sünûhat’ta “Hem Tahtiecilik fikri, sû’-i zan ve tarafgirlik hissinin menbaı olduğundan, İslâmda lâzım olan tesanüd-ü ervah, tevhid-i kulûb, tahabbüb ve teavüne büyük rahneler açmıştır”7 diyerek su-i zan ve tarafgirliğin, tesanüd, uhuvvet, muhabbet, teavün düsturlarını ortadan kaldırdığını söylüyor. Demek ki yerine fitne, fesad, gıybet, dedikodu, tecessüs fiillerinin aşılanmasına sebep oluyor ki içtimâî hayatı zedeliyor.
Risale-i Nur’da geçtiği kadarıyla su-i zannı tetikleyen hodgâmlık, gaflet, garaz, aldanmak, cehalet, sarhoşluk, nefsine muhabbet gibi birçok esbab vardır. Sünûhat adlı eserinde Üstadımız bir sebebine de “tahtiecilik” demiştir. Peki nedir bu tahtiecilik?
Üstadımız bu soruya şu cevabı verir: “Bence, Tahtîeci, hubb-u nefisten neş’et eden inhisar zihniyeti illetiyle malûldür. Ve Kur’ân’ın câmiiyetinden ve umum tabakat-ı beşere şümul-ü hitabından gafletle mes’uldür.”8
Kendi hizmet hayatımıza baktığımızda su-i zannın iman hizmetine de çok zarar verdiğini görmekteyiz. Üstadımız bununla alâkalı “..bu âhirde hissettim ki, Risale-i Nur şakirdlerinin tesanüdlerine zarar vermek için birbirinin hakkında sû’-i zan verdiriyorlar, tâ birbirini ittiham etsin.”9 Zaten şeytan ve avaneleri, dinsizler ve zalimlerin de istediği tesanüdün sarsılmasıdır. Çünkü “tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar.”
Özet olarak Risale-i Nur’dan bilmana olarak çıkarabildiğimiz kadarıyla su-i zan neleri netice verir:
• Su-i zan, kendisindeki su-i ahlâkı başkalara teşmil eder.10
• Su-i zan, maddî ve manevî içtimâiyatı zedeler.11
• Kâfirde su-i zannın karşılığı, daimî bir azab-ı elimdir.12
• “Birbirlerini ittiham etsinler” diye su-i zan verdirmek, gizli düşmanların metodlarındandır.13
• Su-i zanla birisine dinsiz dediğiniz vakit, ihtimal ki tereddüde düşüp, mesleği İslâmiyetten hariçmiş gibi vesveselerle “Herçi-bâd-âbâd” diyerek [“Battı balık yan gider” kábilinden], meyûsâne, belki muannidâne İslâmiyete münâfi harekâta başlar..14
• Su-i zan, tesanüd-ü ervah, tevhid-i kulub, tahabbüb, teavün noktalarından rahneler açar.15
• Su-i zan, saadet muharribidir, hayatın katilidir.16
• İnsana bütün sermayesini zayi ettirir. 17
(Çıkarımların bir kısmı bilmana olarak verilmiştir. Merak edenler altında yerlerini belirtiğimiz Risale sayfalarına bakabilir.)
Demek oluyor ki su-i zan birçok cihetle maddî manevî hayatımıza zarar veriyor. O zaman insan hadisata hüsn-ü zan ile bakmalıdır.
Üstadımız “Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur”18 diyor.
Başka bir yerde bu cümleyi şöyle açıklıyor: “Bizler için şimdi herşeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzımdır ki mânâsız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici haller nazar-ı dikkatimizi celbedip kalbimizi meşgul etmesin.”19
Üstadımızın hayatından hüsn-ü zan örneklerine baktığımızda: “Said’i bilenler bilirler ki, mümkün olduğu kadar tekfirden çekinir. Hattâ sarih küfrü bir adamdan görse de, yine tevile çalışır, onu tekfir etmez. Her vakit hüsn-ü zanla hareket ettiği...”20
“Üstadımız, ne kimseyi zemmeder ve ne de yanında kimseyi gıybet ettirir. Bunlardan asla hoşlanmaz. Kusur ve hataları setrederler. Hem, o kadar hüsn-ü zanna maliktir ki, hatta kendisi hakkında bir nâseza söz tebliğ edene, ‘Haşa! Bu yalandır. Bu sözü söyledi dediğin zat, böyle söylemez’ buyururlar.”21
Âyet ve hadislerdeki mükerrer emir ve yasaklarda ve Risale-i Nur’daki müteaddid bahis ve işaretlerde, hüsn-ü zanna ziyade tergib ve teşvik ve su-i zandan dehşetli tehdit ve zecirler, zanlarımızdan mes’ul olduğumuz hakikatini bizlere bildirmektedir.
İnsaf ve hüsn-ü zannı, seciye-i İslâmiye olarak gören Üstadımızın şu sözüyle bitirelim: “Dikkat ediniz; sizin nefs-i emmareniz, kıyas-ı binnefs cihetinde, sû’-i zan ve gurur noktasında sizi aldatmasın.”
Dipnotlar:
1- Hucurat, 49/12.
2- Ebu Davud, Edeb 40.
3- Buhari, Vasaya: 8.
4- Müslim.
5- Mesnevî-i Nuriye, s. 58.
6- Mesnevî-i Nuriye, s. 58.
7- Sünûhat, s. 113.
8- A.g.e.
9- Emirdağ Lâhikası, s. 95.
10- Mesnevî-i Nuriye, s. 58.
11- Mesnevî-i Nuriye, s. 67.
12- Mesnevî-i Nuriye, s. 191.
13- Emirdağ Lâhikası, s. 95.
14- Münâzarât, s. 82.
15- Sünûhat, s. 113.
16- Sözler, s. 652.
17- Sözler, s. 193.
18- Mesnevî-i Nuriye, s. 58.
19- Şuâlar, s. 437.
20- Şuâlar, s. 366.
21- Tarihçe-i Hayat, s. 285.