On binlerce kadının hapishanelerde olduğunu hatırlatan Özdabak, “Hapishanelerdeki o bebekler de büyür, o duvarlar da kalkar. Ama yaşananlar kıyamete kadar hatırlanır” dedi.
Karikatürist İbrahim Özdabak ile OHAL Türkiye’sini, erken seçimi ve sayıları 700’ü geçen cezaevi bebeklerini konuştuk. “Türkiye tek adam, tek otoriter, tek basın, tek ses bir anlayışa doğru sürüklendi” diyen Özdabak şu açıklamalarda bulundu: Olağanüstü yetkilerle donatılmış ve denetimi zayıflatılmış bir başkanlık sistemine geçiş yapılıyor. Kim gelirse gelsin bu yetkilerden vazgeçeceği tahmininde bulunmak zor.
1982 yılından beri Yeni Asya Gazetesinde günlük siyasî karikatürler çizdiğinizi biliyoruz. Sizi son zamanlarda tanıyan yeni takipçileriniz adına size ‘neden Yeni Asya’ sorusunu yöneltsek ne dersiniz?
Yeni Asya ilk göz ağrımız oldu bizim için. Ne öğrendiysek ve her ne yaptıysak Yeni Asya bünyesi içinde oldu. Geriye doğru şöyle bir baktığımız zaman da Yeni Asya’nın kırıksız bir çizgi takip ederek Türk basın tarihinde emsali görülmeyen bir yayın içerisinde olduğunu söyleyebilir. Dün ne söylediyse bugün de aynı şeyleri söyleyerek yoluna devam etmektedir. Okuyucusunun başını öne eğdirmemiş milletinin menfaatini, onurunu, ahlâkını, inancını ve inandığı gibi yaşaması gerekliliğini savunmuştur. Yeni Asya’nın yayın çizgisiyle ne kadar iftihar etsek azdır.
Geçmiş yıllarda Türkiye’nin içinde bulunduğu zorlu şartlarda da (12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 27 Nisan 2007) kaleminizin başındaydınız. O zamanlarda neler yaşadınız ve nasıl çizdiniz biraz bahseder misiniz?
1980 darbesinden önceki yıllarda çizdiklerim daha ziyade kendimi yetiştirmeye yönelikti. Çeşitli konularda çizimler yapardım. Bu karikatür, desen, vinyet tarzında işlerdi. Bazıları gazetede veya Köprü dergisinde yayınlanıyordu. Günlük karikatür çizmeye başladım tarih 1982’dir. Vehip Sinan’ın Yeni Asya’dan ayrılmasıyla bir boşluk oluşmuştu. Zira o yıllarda gazetelerin birinci sayfalarında genellikle karikatür bulunuyordu. 12 Eylül darbesi yıllarıydı. Darbenin daha ilk ayında Yeni Asya kapatılmış ve Yeni Nesil adında yayınımıza devam ediyorduk. 82 Anayasası oylaması öncesinde Yeni Nesil’i de kapattılar. Bu defa Tasvir adıyla çıkmaya başladık. Elinde baston, başında fötr şapka ile Kenan Evren figürüyle pek çok karikatüre imza attım. Yasaksız, konuşan Türkiye için yayınlar yapıyorduk. 12 Eylül’ün bir ürünü olarak başörtüsü yasağı eleştirilerimizin odağında bulunuyordu. Her zaman seçimle gelmiş iktidarların yine seçimle gitmesi gerektiğini savunuyorduk. Partileri halk açar, halk kapatır diyorduk. Çeyrek asrı bir paragrafta özetlemek bir hayli zor. Onun için arşivlere havale ediyoruz...
Şimdi ise 2018 Türkiye’sinde bir karanlık günü daha geride bırakıp OHAL’in 7. kez uzatılmasıyla ve erken seçimle karşı karşıyayız. Yüzlerce gazetecinin ve basın çalışanının hapiste olduğu böylesi bir dönemde siz nasıl çiziyorsunuz? Herkesin merak ettiği soru şu: Özdabak korkmuyor mu?
İnsan hak ve hürriyetlerin kısıtlandığı, basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında 155. Sırada yer alındığı bir ülkeyi asla hayal etmemiştim. Bir çizer olarak kendimi bu kadar psikolojik baskı altında hissetmemiştim. Bu yüzden dokuz yutkunup bir çiziyoruz. Herkesin sustuğu bir ortamda bu bile göze batıyor. O yüzden “korkmuyor musunuz?“ sorusuyla zaman zaman karşılaşıyoruz. Onlara cevaben diyorum ki:
Birincisi inancımızın gereği olarak korkmuyoruz. Her şeyin dizgini Cenâb-ı Allah’ın elindedir. İkincisi, biz hak, hukuk, adalet, insan hakları demokrasi diyoruz. Böyle dememizden kim rahatsız olabilir ki? Üçüncüsü Bediüzzaman Said Nursî’nin mücadelelerle dolu hayatı ve eserleri bize yol gösteriyor. Dördüncüsü, biz her işimizi istişare ile, danışarak yapıyoruz. Beşincisi, kimseye yanlış yapmıyoruz, şahsî bir hesap içerisinde değiliz, kamu vicdanını esas alıyoruz, kimseye hakaret etmiyoruz, yumuşak bir üslûpla meramımızı anlatıyoruz. Eleştirecek bir şey varsa eleştiri hakkımızı kullanıyoruz. Bunu yaparken de karikatürün gülümseten yönünün hoşgörüsüne baş vuruyoruz. Hem yazıp çizdiklerimizde yanlış bir şey varsa okuyucularımız itirazlarına kulak veriyoruz. Okuyucularımızın duâları her zaman bizi sımsıcak sardığını hissediyoruz. Biz de onlara lâyık olmaya çalışıyoruz. Dünyevî menfaat gözetmeksizin karşılıksız fedakârlığın pek çok numunelerini sıralayabilirim. Bütün bunlara rağmen her ne mihnet kabulümüzdür.
Bir çocuk kanalının kapatılmasıyla ilgili çizgi film karakteri Caillou’yu çizdiğiniz karikatür diğer karikatürleriniz gibi günün en çok konuşulanları arasında yer almıştı. Şimdi ise o zamanlar, o çizgi filmleri izleyen çocukların hapiste olduğu bir durum var karşımızda. Sayıları 700’ü geçen hapishane bebekleri hakkında neler söylemek isterseniz?
Türkiye’de demokrasi mücadelesi ağır bedeller ödeyerek yoluna devam ediyordu. Seçimle iş başına gelmiş bir başbakan dünyada ilk kez idam edilmişti. Her on yılda bir darbelerle demokrasinin önü kesiliyordu. Her defasında mücadelesine kaldığı yerden devam ediyordu. Bütün bu tablo karşısında yapılan mücadeleleri de göz önünde bulundurarak gelecekte hayal ettiğim bir Türkiye vardı. Tünelin ucunda hakkını, hukukunu bilen, şuurlu, hür vicdanlı vatandaşların oluşturduğu müreffeh bir ülke hayal ediyordum. Bu ülke İslâm dünyasına örnek ve yol gösterici olacaktı. Fakat gelinen noktada tek adam, tek otoriter, tek basın, tek ses bir anlayışa doğru sürüklendik. Gazetelerin, dergilerin, televizyonların, internet sitelerinin kapatıldığı, muhalif her sesin yok edilmeye çalışıldığı bir Türkiye hayal etmemiştim. Bir sabah kalktığında daha önce yaptığın gayet masumane bir işten dolayı binlerce insanın terörist muamelesi göreceği aklımın ucundan bile geçmezdi. On binlerce anne, bacı, babaannelerin zindanlara doldurulduğunu, masum bebeklerin betonda büyümek zorunda kaldığını rüyamda görsem inanmazdım. Hele en kötüsü de toplumun buna duyarsız kalması. Hatta bir kısmını da bu duruma alkış tutması. Bir ihbarla yüzlerce kişinin tutuklanması. Şurası unutulmamalıdır ki güç odağına sınırsız, ölçüsüz destekte bulunanlar, odağın gücünü kaybetmesi halinde ilk darbeyi vuracaklardır ve ne kadar adileştiklerinin tarihte pek çok örneği vardır. Hapishanelerdeki o bebekler de büyür, o duvarlar da kalkar. Ama yaşananlar kıyamete kadar hatırlanır.
Böylesi bir Türkiye hayal etmediğinizi ifâde ediyorsunuz. Peki sizce bu ‘kâbus’ nereye kadar devam eder? Seçime günler kala öngörünüz nedir?
Felâket tellâllığı yapmak istemem, ama olağanüstü yetkilerle donatılmış ve denetim zayıflatılmış bir başkanlık sistemine geçiş yapılıyor. Kim gelirse gelsin bu yetkilerden vazgeçeceği tahmininde bulunmak zor. Başkanlık sistemi Amerika’da uygulanıyor, fakat orada güçlü bir parlamento ve denetim sistemi var. Bağımsız yargı var. Hür basın var. Biz de ise bu kurumların tamamı etkisizleştirilmiş durumda. Meclis milletin temsilcisi olmak yerine liderlerin temsilcileriyle dolduruluyor. Türk tipi başkanlık sistemi deniliyor. Dünyada benzersiz olduğundan dem vuruluyor. Durum böyle olunca tekrar parlamenter sistemi ayağa kaldıracak, demokrasiyi rayına koyacak, AB ile ilişkileri düzeltecek, reformları gerçekleştirecek, bozulan sistemleri düzeltecek, insan haklarını, basın hürriyetini yeniden tesis edecek demokrat ve hürriyetçi bir kadronun iş başına gelmesi gerekiyor.
Seçimlerin şunun veya bunun kazanmasının anlamını bu açılardan düşünmek lâzım. OHAL’de erken baskın seçime gidiliyor. Her halde bu kararı alanlar hesaplarını yeniden iktidara gelebilmek için yaptılar ve iktidardakilerin ülkeyi getirdiği durum ortada. Şimdi farklı ve güçlü bir ses çıkacak mı, ve millete sesini duyurabilecek mi yaşayıp göreceğiz.
Sizin karikatürünü çizdiğiniz ‘3 Dal Papatya’ zorlu zamanlardan geçilerek kitap oldu. 3 Dal Papatya’nın hikâyesini sizden bir kez daha dinleyebilir miyiz?
Yoğun hak ihlâllerinin yaşandığı OHAL döneminde gazetemize adeta mağdur mektupları yağmaya başlamıştı. Diğer gazetelere de bu mektuplar gönderiliyordu. Ama hiç kimse yaftalanmamak için mağdurların sesini duyurmak istemiyordu. Yeni Asya burada yine her türlü baskıyı göze alarak mağdurların sesi olmaya başlamıştı. Bir gün Nur Ener bir mektup ıraktı masama. Cezaevindeki babasına vermek için yol kenarından koparttığı üç dal papatyası elinden alınan üç yaşında bir çocuğun yaşadıklarıyla alâkalıydı. Nur bundan çok etkilenmişti. Mektubu okuyup etkilenmemek mümkün değildi. Yurdumdan İnsan Manzaraları başlığı altında bir karikatür çizdim. Karikatür dört kareden oluşuyordu. Birinci karede Türk kamuoyunun yakından bildiği bir olay vardı. Karda üşüyen köpeğe montunu örten işçi.
İkinci karedeki olayı da hemen herkes biliyordu. Karda doğum yapan keçisini sırtında taşıyan küçük kız Hamdu Sena. Aynı zamanda keçinin yavrusunu da köpeğinin sırtına bağlamasıyla oluşan sevimli manzara herkesi kendine hayran bırakmıştı. Üçüncü kare de ise bir günlük bebeğiyle adliyeye sevk edilen bir anne vardı. Bu haber çok az kişi tarafından biliniyordu. Dördüncü karede ise kimselerin henüz hikâyesini bilmediği üç dal papatya tutan bir el.
Bu karikatür 4 Şubat 2016’da yayınlandıktan yaklaşık bir ay sonra muhabirimiz Nur Ener de mağdurlar kervanına katıldı. 357 gün esaretten sonra şartlı serbest kalabildi. Bu arada mağdur mektuplarının bir kısmından bir kitap doğdu ve adını işte bu Üç Dal Papatya mektubundan aldı. Medrese-i Yusufiyedeki masum ve masumelerin bir an önce mağduriyetlerinin son bulması duâsıyla herkese selâmlarımı iletiyorum. Keşke oradakilere teselli olabilecek müjdeli bir şeyler söyleyebilseydim... Çektikleri zahmetler inşallah rahmet olarak tecelli edecektir.
RÖPORTAJ: NURDAN TOPRAK
[email protected]
FOTOĞRAF: MURAT SAYAN - YENİ ASYA