Yazar Mustafa Akyol, İslamî referansları kullanarak ilerleyen ve gittikçe de otoriterleşen iktidarların İslam’a çok zarar verdiğini, toplumu tepeden dindarlaştırma iddiasının da aksülamel yaparak insanları dinden soğuttuğunu söyledi.
Aç Bir Parantez’in bu haftaki konuğu Yazar Mustafa Akyol. Yeni Asya’nın 47. kuruluş yıl dönümü münasebetiyle kaleme aldığı yazıda, müstebit İran rejimi sebebiyle dinden de soğumuş bir taksici ile olan hatırasını paylaşmıştı. Akyol ile din adına hareket ettiği iddiasında bulunan siyasi hareketlerin ve iktidarların toplumdaki din algısına etkilerini konuştuk.
Yeni Asya’nın “47. yıl Özel Ek”i için kaleme aldığınız yazıda, Amerika’da rastladığınız “İslam adına kurulan otoriter rejimden dolayı İslam’dan soğuyan” İranlı bir taksi şoförü ile olan diyaloğa yer verdiniz ve “Fark ettim ki İranlı Muhammed, aslında İslam’dan soğumamıştı. İslam adına kurulan otoriter bir rejimden soğumuştu. Ama “İslam” ile “rejim” o kadar örtüşüktü ki, rejime olan siyasi tepkisi İslam’a karşı gareze dönüşmüştü” ifadelerini kullandınız. Yazının son bölümünde İslam adına yola çıkan otoriter iktidarlar yüzünden İslam’a mesafeli duranları “iktidardan canı yanan, onun tarafından aşağılanan ve ötekileştirilen insanlar, ‘hakkaniyetli Müslümanlar da olduğunu’ görerek, iktidara olan tepkilerini İslam’a teşmil etmezler” diyerek dindar muhalefet ihtiyacına değindiniz, bu tespitlerinizi biraz açar mısınız?
Evet, o makalemde de belirttiğim gibi, Türkiye’de şu an Yeni Asya’nın yaklaşımına ekmek-su gibi ihtiyaç var. Neden ihtiyaç var? Çünkü Türkiye’deki dindarların çok büyük bir bölümü şu an iktidarı kıyasıya destekliyor. Şöyle düşünüyorlar: “İlk defa Türkiye’de İslam referanslı bir iktidar başa geldi, aman elimizden bu iktidar gitmesin.” Fakat şunu görmüyorlar ki, iktidarı ne pahasına olursa olsun destekleme tavrı, onları bizatihi İslam’ın hakkaniyet değerinden uzaklaştırıyor. Yani; doğruya doğru, yanlışa yanlış deme değerinden uzaklaştırıyor. İktidar adına yapılan pek çok haksızlık var. Bu haksızlıkların hepsini sineye çekiyorlar.
Mesela?
Yalan söylemek, hakaret ve küfür etmek; bunlar artık Türkiye’de normal hale geldi. Ve bunu yapan insanların bazen dindar olduğunu görüyorsunuz. Enteresandır bugün AKP’nin yanında o insanlar. İşte bu ikilemi kırmak için, mütedeyyin bir insanın çıkıp da hakkaniyetli bir tavır alması çok önemli bir şey. Bunu bireysel olarak yapmaya çalışan insanlar var ama bir sivil toplum örgütü olarak, cemaat olarak, gazete olarak da bu yapılmalı, Yeni Asya gibi.
ERDOĞANİZM BİR İDEOLOJİ HALİNE GELDİ, ARTIK ERDOĞANİSTLER VAR
Türkiye’deki tartışmaların artık eski argümanlarla yapılmadığını düşünüyor musunuz?
Ben zaten Al-Monitor’e bir yazı yazmıştım. “Türkiye’de eksen artık din-laiklik ekseni değil” demiştim. Türkiye’de eksen artık Erdoğanizm ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden ilerliyor. Erdoğanizm başlı başına bir ideoloji haline geldi çünkü. Bu kavramı da artık bizzat kendileri savunmaya başladılar. Bir yazar çıktı mesela “Ben Erdoğanist’im” dedi. Eskiden nasıl Kemalizm kavramı kullanılan ve bağlıları tarafından reddedilmeyen bir kavramdı şimdi de Erdoğanizm o şekilde kullanılıyor. Fakat bu Erdoğanizm dediğimiz; İslamî referansları kullanarak ilerleyen ve gittikçe de otoriterleşen bir sistem olduğu için İslam’a çok zarar veriyor bence. İnsanlar İslam’dan soğuyor.
Erdoğan ve AKP’nin, Perinçek ve Ergenekoncularla dansını nasıl yorumlamak lazım?
Bu ittifakı ”Ergenekon AKP’yi ele geçirdi” şeklinde yorumlayanlardan farklı olarak ben bu beraberliğin; AKP tarafından bilerek ve isteyerek kurulduğunu düşünüyorum. Öncelikle bunu belirteyim.
Neden istedi bunu?
Çünkü iktidar ulusalcılaştırır. Burada kastım şu: Siz Türkiye’yi yönetiyorsunuz ve otoriter bir şekilde yönetiyorsunuz. Basın özgürlüğü, hak ve özgürlükleri nedir tanımıyorsunuz. “AİHM de kimmiş?”, “AB işine baksın” falan diyorsunuz ama bu konularda sürekli eleştiriliyorsunuz. Siz de buna karşılık, “Bizim 3 tarafımız denizlerle, 4 tarafımız hainlerle çevrili, herkes bize komplo kuruyor, aman arkadaşlar safları sık tutmalıyız, tek ses tek yürek olalım” vs. demeye başlıyorsunuz. Bu dinamik 2002-2010 arası Kemalist-Ulusalcılık olarak vardı. Yani Doğu Perinçek, o zamanki İşçi Partisi, CHP falan; ‘Türkiye’de bazı reformlar var, AB de bunları destekliyor. Demek ki ortada bir komplo var ve AKP vatanı satıyor’ diyerek bir ulusalcı söylem üretmişlerdi.
Sonra?
Sonra; çok hızlı bir şekilde, özellikle de Gezi olaylarıyla birlikte, AKP; bu ulusalcı söylemi kendine yakın gördü ve bunları kullanmaya başladı. Daha sonra bu 17/25 Aralık sürecinde daha da arttı, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde had safhaya ulaştı. Ve tekrar şuna döndük: 4 tarafımız düşmanlarla çevrili, içeri hainlerle dolu. AKP; bu söylemi çok koyu bir şekilde savunan bir parti.
AKP’deki bu durumu tanımlamak için kullanabilecek özel bir tanım var mı?
Elbette. Bu ideolojinin adı: Reisçilik. Bunu son dönemlerde Etyen Mahcupyan da kullandı mesela. Erdoğanizm de denilebilir buna. Bu ideolojinin İslamcı ve ulusalcı referansları olduğu için AKP’nin Kemalist-Ulusalcılarla ideolojik yakınlık kurması ve hatta beraber hareket etmesi normalleşiyor. AKP otoriterleştikçe, her tarafımız düşman algısına ve söylemine ihtiyaç duydu. Çünkü kendisine karşı yöneltilecek eleştirilere bir yafta lazımdı.
Baskıcı rejimleri birbiriyle kıyaslamak çok doğru olmaz belki ama Kemalizm din aleyhtarı dini bir mantıkla hareket eden bir rejimdi. Erdoğanizm ise dini argümanları yücelterek toplumu baskı altına almaya çalışan bir rejim görüntüsü veriyor. Bunu kıyasladığımızda hangisi daha tehlikelidir sizce?
İkisi de kötü. Farklı açılardan kötü. Bir taraftan çok benziyorlar. İkisinde de tartışılmaz ve eleştirilemez bir lider var. O lider halkın, milletin kurtarıcısı. Dolayısıyla onlara bir şekilde muhalif olanlar da vatan haini. Yani nasıl Mustafa Kemal’e muhalif olanlar vatan haini ilan edildiler ve bu devam etti, Atatürkçü değilsen vatan haini ilan ediliyordun. Şimdi buna çok benzer bir söylemin ben Erdoğan için türetildiğini görüyorum. İkisinde de bir toplum mühendisliği iddiası var. AKP’nin sosyal mühendislik iddiasında toplumu dindarlaştırma misyonu var. Fakat bir dindar olarak ben, bunun aksülamel ile sonuçlanmasında endişe ediyorum. Toplumu devlet eliyle dindarlaştırma çalışmaları dine karşı tepki duyulmasına sebep olur. Allah korusun.
7 HAZİRAN, SEÇMENİN “YETER ARTIK” MESAJIYDI
Meseleye biraz da halk açısından bakacak olursak. Evet; böyle bir iktidar var. Ama ülkedeki ana muhalefete baktığında da “Duvardaki M. Kemal resmini kim indirdi?” diye tartışan bir parti var. O ne olacak?
Çok doğru. Ülkede giderek otoriterleşen bir iktidar varsa bunun sorumlusu biraz da ferasetsiz, çapsız muhalefettir. MHP için de durum böyle. Lider alternatiflerinin ortaya çıkması lazım. CHP, biraz dönüşüyormuş gibi görünse de eski saplantılarını aşmış olduğunu söylemek kolay değil. Görüyoruz işte, hâlâ “M. Kemal resmini kim indirdi?” diye tartışan bir parti bu. HDP’nin de PKK ile olan-en azından- gönül bağı çok aşikâr. Bu da parti zihniyetini kaçınılmaz olarak gayrimeşru kılıyor. Dolayısıyla tabii ki Türkiye’deki sorunların bir parçası iktidarda ise diğer yarısı da muhalefetindir. Bu net. Fakat halk tüm bunlara rağmen ne yapmalı dersek, en azından AKP’ye prim vermemeli, 7 Haziran’da bunu bir nebze yapmıştı mesela. Orada; “yeter artık sen biraz fazla oldun” mesajı vardı.
Peki toplum demokratikleşme ihtiyacı hissetmiyor mu?
Toplumun, muhalefette olan kısımlarının bu ihtiyacı var. İktidarda olanların yok. Türkiye’de bu zaten bir kısır döngü. Bugün CHP basın özgürlüğünden dem vuruyor ama 28 Şubat’a gittiğimizde CHP’nin böyle bir derdi yoktu. Yani ne yazık ki bizlerin, kendini devlete sahip olarak gördüğünde devletin otoriter davranmasını haklı gören, ancak muhalefete düştüğümüz zaman “Demokrasi, hukuk herkese lazım, basın özgürlüğü, inanç özgürlüğü önemli” demeye başlayan bir yapımız var. Burada çok az ilkeli insan hukuku prensip olarak savunuyor.
İktidara gelen gitmeyeceğini mi düşünüyor?
Evet, 28 Şubatçılar 1000 yıl sürecek diyordu hatırlarsanız. Şimdi AKP’ye bakıyorsunuz, 2071 vizyonları var. 21. Yüzyılı kapatmış durumdalar yani. Şöyle zannediyorlar; “Artık ideal düzen kuruldu, artık devlet bizim elimizde. Milletin özü de zaten biziz. Milletle-devlet buluştu şimdi.” Kemalistler de bunu ‘ulus’ kavramı üzerinden yaparlardı. Türk ulusu derken kendilerini kastederlerdi, diğer unsurlar bir şekilde düzeltilmesi, onarılması ya da gönderilmesi gereken unsurlardı. Bugün, ulus kelimesini çıkarın, millet kelimesini koyun aynısını AKP’lilerde görürüz. Dolayısıyla toplumun, ancak “ezilen kesimlerinin” demokrasiye ihtiyacı var. İktidardakiler; demokrasi budur işte diyorlar. Mesela son dönemde "Demokrasi sadece seçimdir" demeye başladılar. Niye? Çünkü seçimleri kazanıyorlar, çünkü çoğunluktalar, yani bu kadar basit ve ilkesizlik aslında. Bu tamamen Makyavelizm, tamamen oportünizm.
Röportaj:
Gökhan Yılmaz MGokhanYlmz
Ekrem Özden EkremOzden86
[email protected]
Fotoğraf: Mustafa Sait Önal