İptali müşkül olur. Nerede kaldı ki İslâm, vahiy ile fıtrat
gibi iki metin esasa hem istinat etmiştir, hem bu kadar
a’sarda nafizâne hükümran.
Rasih esaslarıyla, bâhir eserleriyle kürenin yarısıyla il-
tiham peyda etmiş, bir ruh-i fıtrî olmuş. Nasıl küsufa gi-
rer? Küsuftan çıkmış el’an.
Fakat, maatteessüf, bazı zevzek kefere, safsatalı adam-
lar şu kasr-ı âlînin metin esaslarına ilişir, buldukça imkân.
Onları deprettirir. Esaslara ilişilmez, onlarla oynanıl-
maz. Sussun şimdi dinsizlik; iflâs etti o teres. Bestir tec-
rübe-i küfran ve yalan.
Bu âlem-i İslâmın âlem-i küfre karşı en ileri karakol, şu
dârülfünun idi. Lâkayt ve gafletlikle hasm-ı tabiat-yılan,
Gediği açtı cephenin arkasında, dinsizlik hücum etti,
millet epey sarsıldı. En ileri karakol, İslâmiyet ruhuyla te-
nevvür etmiş cinan,
En mütesallip olmalı, en müteyakkız olmalı; yahut o
dar olmamalı, İslâmı aldatmamalı. İmanın yeri kalbdir; di-
mağ ise oluyor ma’kes-i nur-i iman.
Bazen da mücahittir, bazen süpürgecidir. Dimağda ves-
veseler, hem pek çok ihtimaller kalb içine girmese, sar-
sılmaz iman, vicdan.
Yoksa bazıların zannınca iman dimağda olsa, ruh-i
iman olan hakkalyakîne ihtimalât-ı kesire olur birer
hasm-ı bîaman.
tutulma.
lâkayt:
ilgisiz, duyarsız.
maatteessüf:
üzülerek ifade et-
me.
makes-i nur-i iman:
iman nuru-
nun yansıdığı yer.
metin:
sağlam.
mücahit:
cihad eden, mücahede
eden.
müşkül:
zor.
mütesallip:
dayanıklı, sağlamlaş-
tırılmış.
müteyakkız:
uyanık.
nafizâne:
hükmü her yere geçerli
olan.
rasih:
sağlam.
ruh-i fıtrî:
yaratılıştan gelen ruh.
ruh-i iman:
imanın ruhu, imanın
hakikati.
safsata:
saçma, hayalî sözler ve
fikirler.
tenevvür:
aydınlatma, nurlandır-
ma.
teres:
deyyus, şerefsiz.
vahiy:
Allah’ın peygamberlere hi-
tabı.
vesvese:
kuruntu.
vicdan:
hakkı kabul duygusu.
zan:
töhmet, yanlış düşünceye
kapılma.
zevzek:
geveze, rastgele konuş-
mayı seven.
âlem-i İslâm:
İslâm dünyası.
âlem-i küfür:
küfür, inkârcılar
dünyası.
âsâr:
eserler.
bâhir:
aşikâr, apaçık.
bazılar:
birkaç kişi.
bes:
yeter.
cephe:
savaşmak için karşıya
geçip yer açma.
cinan:
kalbler, canlar; cennet-
ler, bahçeler.
dâr:
hane, ev, mekân.
dârülfünun:
üniversite.
deprettirme:
sarsma, hare-
ket ettirme.
dimağ:
beyin, akıl.
el’an:
şimdi,
esas:
temel prensip, gerekli
kural.
esaslar:
prensipler.
fıtrat:
yaratılış.
gaflet:
dalgınlık, umursamaz-
lık.
hakkalyakîn:
hakikatine ere-
rek, yaşayarak görme.
hasm-ı bîaman:
insafsız düş-
man.
hasm-ı tabiatyılan:
yılan ta-
biatındaki düşman.
hücum:
saldırı.
hükümran:
hükmeden.
ihtimal:
olasılık, olabilirlik.
ihtimalât-ı kesire:
pek çok
ihtimaller.
iltiham:
kaynaşma, iç içe gir-
me.
iman:
inanç.
imkân:
olabilirlik.
iptal:
ortadan kaldırmak.
istinat:
dayanma.
kalb:
insanın manevî yönü.
kasr-ı âlî:
yüce, büyük saray.
küfran:
nankörlük.
küre:
yer, dünya.
küsuf:
perdelenme, kararma,
SÖZLER | 1191 |
L
EMAAT