Hazretleri ile beraberken, ‹zmir taraflarında imamlık yapan babası Mehmet Efendi o€lunu
şikâyet maksadıyla Bediüzzaman Hazretlerine gelir. Bunun üzerine Bediüzzaman Hazretleri
Sungur’un babasıyla konuşur ve onu ikna eder. Mustafa Sungur bu hadiseden sonra
devamlı olarak Nur hizmetinde bulunmaya başlar. Bediüzzaman Hazretlerinin vefatından
sonra da kendisini tamamen Risale-i Nur hizmetine vakfeder. Bediüzzaman Hazretlerinin
farklı yıllarda yazdı€ı vasiyetnamelerde ismi bulunan Mustafa Sungur 1954 yılından itibaren
Bediüzzaman Hazretlerinin vefat etti€i 1960 yılına kadar do€rudan hizmetinde bulundu ve
Risale-i Nur’u ve hizmet prensiplerini bizzat kendisinden ders aldı. Hizmetteki
meşakkatlerden yılmayan ve sarsılmayan Nur Talebelerinden olan Mustafa Sungur, Kur’ân
ve iman hizmeti u€runda bir çok defa tutuklandı.
SÜFYAN:
Ahirzamanda gelece€i ve ümmetin karanlık günler yaşamasına sebep olaca€ı
sahih hadislerde bildirilen dehşetli, dinsiz ve münafık şahıs.
SÜLEYMAN RÜŞTÜ:
Bakınız RÜŞTÜ (SÜLEYMAN RÜŞTÜ ÇAKIN)
SÜLEYMAN (A.S.):
Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberlerden olan Hz. Süleyman,
‹srailo€ullarına peygamber olarak gönderilmiştir. Hz. Davut’un o€lu olup onun saltanat ve
peygamberli€ine vâris kılınmıştır. Hz. Süleyman kırk sene hem peygamberlik yapmış, hem
de devleti idare etmiştir. Beytü’l-Makdis’i (Mescid-i Aksa) yaptıran Hz. Süleyman’ın cinleri ve
hayvanları emrinde çalıştırdı€ı ve insan, hayvan ve cinlerden oluşan muhteşem bir
ordusunun bulundu€u bilinenler arasındadır. Hz. Süleyman’ın Saba Melikesi Belkıs’ı dinine
davet etmesi üzerine Belkıs, kavmiyle birlikte iman etmiştir.
-Ş-
ŞEM’Î:
Şem’î’nin tam ismi Şem’î Güneş’tir. 1883’te Barla’da do€du, 1974’te vefat etti.
Bediüzzaman’ın Muş (Muj) Mescidinde zaman zaman müezzinli€ini yapmıştı.
ŞAH-I GEYLÂNÎ:
Bakınız ABDÜLKADIR GEYLÂNÎ (r.a.).
ŞAH-I NAKŞİBEND:
Asıl adı Bahaeddin Muhammed B. Muhammed'ül Buharî'dir. Şah-ı
Nakşibend olarak meşhur olan Bahaeddin'e bu ünvanın ne zaman verildi€i bilinmemekle
beraber, devamlı olarak yapılan gizli zikrin kalblerde vücuda getirdi€i "nakş"a izafeten
verildi€i genel kabul görmüştür. Muharrem 718'de (1318) Buhara yakınlarındaki Kasrıarifan
(Kasrıhindüvan) köyünde do€du. Üç günlük bebek iken dedesinin mürşidi Baba Muhammed
Semmasi tarafından manevî evlât olarak kabul edildi. Daha sonra Semmasi, onu müridi Emir
Külal'a teslim ederek tasavvuf terbiyesiyle yetiştirilmesini istedi. Bahaeddin, tarikatın adap
ve usulünü ö€rendi€i sıralarda, bir gece rüyasında, kendisinin do€umundan bir asır evvel
vefat etmiş olan Abdülhalik-ı Gücdüvani'yi görür ve onun manevî şahsiyetine intisap eder.
Evvelâ tasavvufu ö€renip bilahare ilmî e€itimini tamamlamış oldu€undan, "Üveysî"
lakabıyla anılmaya başlanır. Mezarlı€ı dolaşırken yakın zamanda vefat eden Şeyhi Semmasi
ve di€er büyük zatları mana âleminde müşahede eder. Bu sırada Gücdüvani Hazretlerinin
kendisine, "Dinin emir ve yasaklarına uy, ruhsatlara ilgi gösterme, azimetlere sadık kal,
Peygamber (a.s.m.) ve Ashabının yolundan git!" şeklindeki tavsiye ve ikazları, manevî
âleminde büyük bir etki yapar. Bu ikazlardan sonra hayatında ruhsatları de€il de azimetleri
(fetva yerine takvayı ) esas alıp, cehrî zikirden hafî zikre yönelir. Mutat olarak devam
ettirilen ve gizli zikirle sesli zikri bir arada icra eden müritlerin aksine Bahaeddin'in
tamamen gizli zikirleri icra etmesi dikkat çeker, yanlış yaptı€ı düşüncesiyle şeyhe şikâyet
edilir. Bunun üzerine Seyyid Külal; ona dokunmamalarını, memur oldu€u şeyi yaptı€ını
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 459 |
Ş
AHIS
B
İLGİLERİ