Lem'alar - page 683

Veyahut o çiçek açmış her bir ağaç, binler bakar ve
baktırır gözlerini açmış; tâ sâni-i zülcelâl’in neşir ve teş-
hir olunan acaib-i sanatını bir iki gözle değil, belki binler
gözlerle baksın, tâ ehl-i dikkati öyle baktırsın.
Veyahut o çiçek açan her bir ağaç, umumî bayram
olan baharın içindeki hususî bayramında ve resmigeçit-
misal bir anda yeşillenmiş azalarını en süslü müzeyyenat-
la süslemiş. tâ ki, onun sultan-ı zülcelâl’i, ona ihsan et-
tiği hedâyâyı ve letaifi ve âsâr-ı nuraniyesini müşahede
etsin. Hem meşher-i sanat-ı İlâhiye olan zemin yüzünde
ve bahar mevsiminde, murassaat-ı rahmetini enzar-ı hal-
ka teşhir etsin. Ve şecerin hikmet-i hilkatini beşere ilân
etsin.
Sen her kusur ve noksandan münezzehsin ey en güzel
ihsan, en aşikâr beyan, en zahir ve bâhir ve münevver
bürhan sahibi olan Sâni-i Hakîm-i Zülcelâl!
senin hikmetin ile vücut bulan acaib-i sanat olan bü-
tün mevcudat, seni bütün kusur ve noksandan tenzih
eder. zira,
• Hikmetlerinin delâletiyle, ziyanın parlaması senin
tenvirin ve senin teşhirinledir.
• Hususan kelimatın naklindeki vezaifinin de sırrıyla,
rüzgârın dalgalanması senin tasrifin ve tavzifinledir.
• Fevaidinin işaratıyla, nehirlerin çağlaması senin ted-
hirin ve teshirinledir.
Lem’aLar | 683 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
a
murassaat-ı rahmet:
Allah’ın rah-
metinin süslü, sanatlı eserleri.
münevver:
nurlanmış, nurlandırıl-
mış, parlatılmış, aydınlatılmış.
münezzeh:
bir şeye muhtaç ol-
mayan, arınmış, temiz.
müşahede etme:
bir şeyi gözle
görme, seyrederek anlama.
müzeyyenat:
süslenmiş, süslü
şeyler.
nakil:
bir yerden başka bir yere
götürme, iletme, taşıma aktarım.
neşir:
dağıtma, yayma, saçma,
serpme.
noksan:
eksiklik, özür.
resmigeçit-misal:
devlete ait geçit
töreni gibi, benzeri.
Sâni-i Hakîm-i Zülcelâl:
her şeyi
bir izzet, heybet ve hikmet ile ya-
ratıp, sanat ile donatan Allah.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi, her şeyi sanatla yaratan Al-
lah.
sırrıyla:
gizli hakikat; bir şeyin dik-
kat, tecrübe, yetenek ve sezgi yar-
dımıyla kavranılabilen en zor en
ince yanı
Sultan-ı Zülcelâl:
sonsuz, haşmet
ve büyüklük sahibi sultan, Allah.
şecer:
ağaç.
tasrif:
istediği şekilde idare etme,
kullanma.
tavzif:
görevlendirme.
tedhir:
depolama.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
tenzih etme:
Allah’ı şanına lâyık
olmayan şeylerden, uzak oldu-
ğuna inanma.
teshir:
emri altına alma, emrine
itaat ettirme, boyun eğdirme.
teşhir etmek:
sergilemek, göster-
mek.
teşhir:
gösterme, sergileme.
umumî:
herkesle alâkalı, herkese
ait.
vezaif:
vazifeler, işler, görevler.
vücut:
var olma, varlık.
zahir:
görünen, apaçık, belli, mey-
danda.
zemin:
yeryüzü.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
acaib-i sanat:
Cenab-ı Hakkın
sanatının harika ve hayret
uyandırıcı durumları.
asar-ı nuraniye:
nurlu, ışık sa-
çan eserler.
aşikâr:
apaçık, belli, mey-
danda.
aza:
organlar, üyeler.
bâhir:
belli, besbelli, açık, apa-
çık.
bayram:
neş’e ve sevinç günü,
şenlik.
beşer:
insan, insanlık.
beyan:
anlatma, açık söyleme,
bildirme, izah.
bürhan:
delil, ispat, şahit.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ehl-i dikkat:
dikkat edenler,
dikkat sahipleri.
enzar-ı halk:
halkın bakışları
ve nazarı.
fevaid:
faydalar.
hedâyâ:
hediyeler, armağan-
lar, bağışlar.
hikmet:
herkesin bilmediği
gizli sebep; gizli, bilinmeyen
nokta; İlâhî gaye, fayda.
hikmet-i hilkat:
yaratılış hik-
meti, gaye, fayda.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hususî:
özel.
ihsan etme:
iyilik etme, güzel
davranma, bağışlama, ikram
etme.
ilân etmek:
açıklamak, her-
kese duyurmak.
işarat:
işaretler, alâmetler, be-
lirtiler.
kelimat:
kelimeler, sözler.
kusur:
eksiklik, noksan.
letaif:
lâtifeler, güzellikler.
meşher-i sanat-ı İlâhîye:
İlâhî
sanatın sergisi.
mevcudat:
var olan şeylerin
tamamı, bütün varlıklar.
1...,673,674,675,676,677,678,679,680,681,682 684,685,686,687,688,689,690,691,692,693,...1406
Powered by FlippingBook