ayete dikkat et; ne kadar ulvî, mu’cizâne, beyan ettiğimiz
muvazeneyi ifade ederler.
Birinci ayet, on Birinci sözde tafsilen o ayetin i’caz-
kârâne ve icazkârâne ifade ettiği hakikati, o sözde beyan
edildiğinden, onu oraya havale ederiz.
İkinci ayet ise, yalnız bir küçük işaretle göstereceğiz ki,
ne kadar ulvî bir hakikati ifade ediyor. Şöyle ki:
Şu ayet, mefhum-i muvafık ile şöyle ferman ediyor:
“ehl-i dalâletin ölmesiyle, semavat ve zemin, onların üs-
tünde ağlamıyorlar.” Ve mefhum-i muhalif ile delâlet
ediyor ki, “ehl-i imanın dünyadan gitmesiyle, semavat ve
zemin onların üstünde ağlıyor.” Yani, ehl-i dalâlet, ma-
dem semavat ve arzın vazifelerini inkâr ediyor, manala-
rını bilmiyor, onların kıymetlerini ıskat ediyor, sâni’leri-
ni tanımıyor. onlara karşı bir hakaret, bir adavet ettiğin-
den, elbette semavat ve zemin, onlara ağlamak değil,
belki onlara nefrin eder. onların gebermesiyle memnun
olurlar. Ve mefhum-i muhalif ile der: “semavat ve arz
ehl-i imanın ölmesiyle ağlarlar.” zira, ehl-i iman ise, çün-
kü, semavat ve arzın vazifelerini bilir. Hakikî hakikatleri-
ni tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri manaları iman
ile anlıyor. “ne kadar güzel yapılmışlar, ne kadar güzel
hizmet ediyorlar” diyor ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve
ihtiram ediyor. Cenab-ı Hak hesabına onlara ve onlar
âyine oldukları esmaya muhabbet ediyor. İşte bu sır için-
dir ki, semavat ve zemin, ağlar gibi, ehl-i imanın zevali-
ne mahzun oluyorlar.
@@@
Hidayet ve dalâlet Mukayeseleri
| 207 |
o
Tuz
i
kinCi
S
öz
zeval:
sona erme, yok olma.
adavet:
düşmanlık.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
âyine:
ayna.
beyan:
anlatma, izah.
delâlet:
işaret.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli, az-
gın ve sapkın kimseler.
ehl-i iman:
inananlar.
esma:
isimler.
ferman:
emir, buyruk.
hakikat:
gerçek, asıl.
havale:
bırakma, gönderme.
ıskat:
düşürme, hükümsüz kıl-
ma.
i’cazkârâne:
mu’cizeli bir şe-
kilde.
icazkârâne:
veciz bir biçimde.
ihtiram:
hürmet etme, saygı
gösterme.
iman:
inanma.
inkâr:
reddetme, kabul etme-
me.
kıymet:
değer.
lâyık:
uygun, yakışır.
mahzun:
hüzünlü, kederli.
mana:
anlam.
mefhum
-i
muhalif:
bizzat
kastedilen mananın tersinde
anlaşılan.
mefhum
-i
muvafık:
doğrudan
anlaşılan mana.
memnun:
hoşnut.
mu’cizâne:
mu’cizeli olarak.
muhakkak:
Şüphesiz.
muvazene:
mukayese.
müstesna:
hariç.
nefrin:
beddua.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
semavat:
semalar, gökler.
tafsilen:
ayrıntılı olarak.
ulvî:
yüksek, yüce.
vazife:
görev.
zemin:
yeryüzü.