İşte, Hazret-i Yunus Aleyhisselâmın birinci vaziyetin-
den yüz derece daha müthiş bir vaziyetteyiz. gecemiz is-
tikbaldir. İstikbalimiz, nazar-ı gafletle, onun gecesinden
yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. denizimiz, şu
sergerdan küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde
binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece
daha korkuludur. Bizim heva-i nefsimiz hutumuzdur; ha-
yat-ı ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor.
(1)
Bu hut, onun
hutundan bin derece daha muzırdır. Çünkü, onun hutu
yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hutumuz ise yüz
milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
Madem hakikî vaziyetimiz budur; biz de, Hazret-i
Yunus Aleyhisselâma iktidaen, umum esbaptan yüzümü-
zü çevirip, doğrudan doğruya Müsebbibü’l-esbap olan
rabbimize iltica edip,
n
øp
e o
âr
æ`o
c u
Êp
G n
?n
fÉn
ër
Ño
°S n
âr
fn
G s
B’ p
G n
¬ '
d p
G '
B
’
(2)
n
Ú
/
ªp
dÉs
¶dG
demeliyiz ve aynelyakîn anlamalıyız ki, gaflet
ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal,
dünya ve heva-i nefsin zararlarını defedecek yalnız o zat
olabilir ki, istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmün-
de, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlık-ı semavat
ve Arz’dan başka hangi sebep var ki, en ince ve en giz-
li hatırat-ı kalbimizi bilecek? Ve bizim için istikbali, ahi-
retin icadıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu
emvacından kurtaracak –hâşâ– zat-ı Vacibü’l-Vücud’dan
başka hiçbir şey, hiçbir cihette, onun izin ve iradesi ol-
madan imdat edemez ve halâskâr olamaz.
(3)
ahiret:
öldükten sonraki sonsuz
hayat.
aleyhisselâm:
Allah’ın selâmı, rah-
met ve esenliği onun üzerine ol-
sun.
aynelyakîn:
bir şeyi görerek ve
seyrederek bilme.
cihet:
yön, taraf.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak; sapkınlık.
def etmek:
uzaklaştırmak.
dehşet:
büyük korku hâli.
derece:
mertebe, kademe.
emvaç:
dalgalar.
esbap:
sebepler.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp nefsinin
arzularına dalmak; umursamazlık,
dikkatsizlik.
hakikî:
gerçek.
halâskâr:
kurtarıcı.
Hâlık-ı semavat ve arz:
göklerin
ve yerin yaratıcısı olan Allah.
hâşâ:
asla, hiçbir vakit.
hatırat-ı kalp:
kalbe gelen hatıra-
lar.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve sonsuz
hayat.
heva-i nefis:
nefsin zararlı ve gü-
nah olan istekleri.
hut:
büyük balık.
icat:
vücuda getirme, yaratma.
iktidaen:
uyarak, tâbi olarak.
iltica:
sığınma.
imdat:
yardım.
irade:
dileme, isteme.
istikbal:
gelecek zaman.
ittifak etme:
birleşme.
küre-i zemin:
yeryüzü, dünya.
mahv:
yok etme, yıkma.
mevç:
dalga.
muzır:
zararlı.
Müsebbibü’l-esbap:
bütün sebep-
leri ve sebeplerin sonucunu yara-
tan Allah. .
müthiş:
dehşet veren, korku-
tan.
nazar-ı gaflet:
bir şeyin ma-
nasını anlamadan bakmak.
nefis:
ruh, can.
rab:
her şeyin sahibi, yaratan,
terbiye eden Allah.
sergerdan:
şaşkın; başı dön-
müş.
taht-ı emir:
hükmü ve emri
altında olma.
taht-ı hüküm:
hüküm ve ida-
re altında.
taht-ı idare:
yönetim altında.
tenzih etme:
uzak tutma, te-
miz görme, yüce tutma.
umum:
bütün, cümle.
vaziyet:
durum, hâl.
zat:
kişi, şahıs; azamet ve ulu-
luk sahibi olan Allah.
zat-ı vacibü’l-vücud:
varlığı
mutlaka zorunlu olan ve varlı-
ğının devamı için hiç bir sebe-
be bağlı olmayan Zat, Allah.
1.
Bkz. Yusuf Suresi: 53.
2.
Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzih ederim. Gerçekten ben kendi-
ne zulmedenlerden oldum. (Enbiya Suresi: 87.)
3.
Bkz. Kehf Suresi: 23-24; İnsan Suresi: 30; Tekvir Suresi: 29; Hac Suresi: 65.
B
irinCi
l
em
’
a
| 210 |
iMan ve küfür Muvazeneleri