dahi, kırk nevi i’caz ile, o zatın bir mu’cizesi olup, onun
doğru ve resulullah olduğunu ispat ederek, ikisi beraber,
biri âlem-i şahadet lisanı –bütün hayatında bütün enbiya ve
evliyanın tasdikleri altında– diğeri âlem-i gayp lisanı –bü-
tün semavî fermanların ve kâinat hakikatlerinin tasdikleri
içinde– binler âyâtıyla iddia ve ispat ettikleri hakikat-i haş-
riye, elbette güneş ve gündüz gibi bir kat’iyettedir.
evet, haşir gibi en acip ve en dehşetli ve tavr-ı aklın
haricinde bir mesele, ancak ve ancak böyle harika iki üs-
tadın dersleriyle halledilir, anlaşılır.
eski zaman peygamberleri, ümmetlerine kur’ân gibi
izahat vermediklerinin sebebi, o devirler, beşerin bedevi-
yet ve tufuliyet devri olmasıdır. İptidaî derslerde izah az
olur.
Elhâsıl
: Madem Cenab-ı Hakkın ekser isimleri ahireti
iktiza edip isterler; elbette o isimlere delâlet eden bütün
hüccetler, bir cihette ahiretin tahakkukuna dahi delâlet
ederler.
Ve madem melâikeler ahiretin ve âlem-i bekanın da-
irelerini gördüklerini haber veriyorlar; elbette melâike ve
ruhların ve ruhaniyatın vücut ve ubudiyetlerine şahadet
eden deliller, dolayısıyla ahiretin vücuduna dahi delâlet
ederler.
Ve madem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın
bütün hayatında Vahdaniyetten sonra en daimî davası ve
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 65 |
yedinCi mesele
de açıklama.
harika:
olağanüstü.
hüccet:
delil.
i’caz:
mucizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şeyi
yapmak.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma, da-
va etme.
iktiza:
lazım gelme, gerekme.
iptidaî:
ilkel, basit.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir ko-
nuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz anlat-
ma.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
lisan:
dil.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
melâike:
melekler.
mesele:
önemli konu.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
nevi:
çeşit, tür.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlahî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, nebi.
Resulullah:
Allah’ın Resulü; Al-
lah’ın gönderdiği peygamber; Hz.
Muhammed (asm).
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
ruhaniyat:
madde âleminden
başka bir âlemde, ruhlar âleminde
yaşayan varlıklar, cinler ve melek-
ler.
semavî:
Allah tarafından olan, İlâ-
hî.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
tahakkuk:
gerçekleşme, meyda-
na gelme, olma.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tavr-ı akıl:
akıl çizgisi, akıl ölçüleri.
tufuliyet:
çocukluk, küçüklük,
yavru oluş.
ubudiyet:
kulluk.
ümmet:
hak dine davet etmek
için Allah tarafından kendilerine
peygamber gönderilen ve bu pey-
gambere inanıp bağlanan cemaat,
topluluk.
üstat:
bir ilim ve sanatta üstün
olan kimse, öğretmen.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve var-
lığı, Allah’ın bir oluşu.
vücut:
var olma, varlık.
zat:
kişi, şahıs
acip:
tuhaf, hayerette bırakan.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi,
ahiret.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, gö-
rünmeyen, fakat varlığı kesin
olan ve mahiyeti allah tarafın-
dan bilinen başka dünyalar.
âlem-i şahadet:
gözle gördü-
ğümüz, şahit olduğumuz
âlem, kâinat.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘sa-
lât ve selam onun üzerine ol-
sun’ anlamında Hz. Muham-
med’e dua.
âyât:
işaretler, deliller; Allah’ın
varlık ve birliğine işaret eden
deliller.
bedeviyet:
iptidaî hayat tarzı.
beşer:
insanlık.
cihet:
yön.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
devir:
zaman, süresi belli za-
man parçası.
ekser:
pek çok.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle,
kısaca.
enbiya:
nebiler, peygamber-
ler.
evliya:
veliler, Allah dostları.
ferman:
emir, buyruk.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i haşriye:
diriliş ger-
çeği, haşir hakikatı.
hal:
çözme, karışık bir mesele-
yi şüphe edilmeyecek derece-