Asâ-yı Mûsa - page 73

ahirete iman imdatlarına yetişse, birden, onlar nefes alır-
lar; sıkıntıları, me’yusiyetleri ve endişeleri ve intikam hid-
detleri derece-i imanına göre kısmen ve bazen tamamen
zail olur
. Hatta diyebilirim ki, benim ve bir kısım kardeş-
lerimin bu sebepsiz hapsimizde ve dehşetli musibetimiz-
de, eğer iman-ı ahiret yardım etmese idi, bir gün dayan-
mak ölüm kadar tesir edip, bizi hayattan istifa etmeye
sevk edecekti. Fakat hadsiz şükür olsun, benim canım
kadar sevdiğim pek çok kardeşlerimin bu musibetten ge-
len elemlerini de çektiğim ve gözüm kadar sevdiğim bin-
ler risale-i nur risaleleri ve benim yaldızlı ve süslü ve çok
kıymettar kitaplarımın ziyaları ve ağlamalarından tees-
süflerini çektiğim ve eskiden beri az bir ihaneti ve tahak-
kümü kaldıramadığım hâlde, sizi kasemle temin ederim
ki, iman-ı bilahiret nuru ve kuvveti, bana öyle bir sabır ve
tahammül ve teselli ve metanet, belki mücahidâne kârlı
bir imtihan dersinde daha büyük mükâfatı kazanmak için
bir şevk verdi ki, ben bu risalenin başında dediğim gibi,
kendimi
Medrese-i Yusufiye
ünvanına lâyık bir güzel ve
hayırlı medresede biliyorum. Ara sıra gelen hastalıklar ve
ihtiyarlıktan neş’et eden titizlikler olmasa idi, mükemmel
ve rahat-ı kalp ile derslerime daha ziyade çalışacaktım.
Her ne ise, bu, makam münasebetiyle sadet harici girdi,
kusura bakılmasın.
Hem,
her insanın küçük bir dünyası, belki küçük bir
cenneti dahi kendi hanesidir. Eğer iman-ı ahiret o hane-
nin saadetinde hükmetmezse, o aile efradı, her biri şef-
kat ve muhabbet ve alâkadarlığı derecesinde elîm
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 73 |
sekiZinCi mesele
hat ederek, gayret göstererek.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
neş'et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rahat-ı kalp:
kalp rahatlığı, kalbin
huzurlu ve tasasız oluşu.
saadet:
mutluluk.
sabır:
sabır, dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sadet:
konuşulan madde, asıl ko-
nu.
sevk:
önüne katıp sürme, yönelt-
me.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
şükür:
görülen bir iyiliğe karşılık
hoşnutluk, memnunluk ve min-
nettarlık ifade etme, teşekkür.
tahakküm:
zorbalık etme, zorla
hükmetme, hükmü altına alma.
tahammül:
zora dayanma, sab-
retme, sabır gösterme.
teessüf:
üzülme, eseflenme, bir
şeyin tesirini hissetme, acı duyma.
temîn:
güvenlik, emniyet hissi
verme, şüphe ve korkuyu gider-
me.
unvan:
ad, isim, lâkap.
yaldız:
eşyaya altın ve gümüş gö-
rüntüsü vermek için yapılan süs.
zail:
zeval bulan, sona eren, de-
vamlı olmayan, yok olan.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, parlaklık.
ziyade:
çok, fazla
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münase-
betli, bağlı.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
derece-i iman:
imanın dere-
cesi.
efrat:
fertler.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hane:
ev, mesken.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hükmetme:
hakim olma, ka-
rar verme.
iman-ı ahiret:
ahirete iman,
inanma.
iman-ı bilahiret:
ahirete iman.
imtihan:
deneme, sınama; Al-
lah’ın çeşitli şekillerde kullarını
denemesi.
kasem:
yemin, and, ahdetme.
kısmen:
kısmî olarak, bazı
yönden.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kuvvet:
güç, kudret.
makam:
yer, durak.
medrese:
ders okutulan yer.
Medrese-i yusufiye:
Yusuf’un
medresesi, Hz. Yusuf’un (as) if-
tira, haksızlık ve zulüm ile ha-
piste kalmasından kinaye ola-
rak, iman ve Kur’ân’a hizme-
tinden dolayı tevkif edilenlerin
hapsedildiği yer manasında,
hapishane.
metanet:
metin olma, daya-
nıklılık, sağlamlık.
muhabbet:
sevgi, sevme.
mücahidâne:
mücahitçe, ci-
1...,63,64,65,66,67,68,69,70,71,72 74,75,76,77,78,79,80,81,82,83,...570
Powered by FlippingBook