endişeler ve azaplar çeker; o cenneti, cehenneme dö-
ner. Veyahut muvakkat eğlenceler ve sefahatlerle aklını
tenvim edip uyutur
. devekuşu gibi avcıyı görür, kaçamı-
yor, uçamıyor, başını kuma sokar; tâ görünmesin. Başı-
nı gaflete sokar, tâ ölüm ve zeval ve firak onu görmesin.
divanece muvakkat, iptal-i his nev’inden bir çare bulur.
Çünkü, meselâ, valide, ruhunu feda ettiği evlâdını daima
tehlikelere maruz gördükçe titrer. Ve pederini ve karde-
şini eksik olmayan belâlardan kurtaramayan evlâtlar, da-
im bir keder, bir korkaklık hisseder. Buna kıyasen, bu
dağdağalı kararsız hayat-ı dünyeviyede o mes’ut zanne-
dilen aile hayatı, çok cihetlerle saadetini kaybeder; ve kı-
sacık bir hayattaki münasebet ve karabet dahi hakikî sa-
dâkati ve samimî ihlâsı ve garazsız bir hizmeti ve muhab-
beti vermez. Ahlâk o nispette küçülür, belki sukut eder.
Eğer ahirete iman o haneye girse, birden ışıklandıracak,
ortalarındaki münasebet ve şefkat ve karabet ve muhab-
bet kısacık bir zaman ölçüsüyle değil, belki dâr-ı ahiret-
te, saadet-i ebediyede dahi o münasebetlerin devamı öl-
çüsüyle samimî hürmet eder, sever, şefkat eder, sadâkat
eder, kusurlarına bakmaz gibi ahlâk yükseklenir. Hakikî
insaniyet saadeti o hanede başlar inkişafa
. Bu mana da-
hi hüccetlerle risale-i nur’da beyanına binaen kısa kesil-
di.
Hem,
her bir şehir, kendi ahalisine geniş bir hanedir.
Eğer iman-ı ahiret o büyük aile efradında hükmetmezse,
güzel ahlâkın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet,
hamiyet, fedakârlık, rıza-i İlâhî, sevab-ı uhrevî yerine
sekiZinCi mesele
| 74 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA
ahali:
halk.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
azap:
günahlara karşı kabirde ve
ahirette çekilecek ceza.
belâ:
musibet, sıkıntı.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cihet:
yön.
dağdağa:
gürültü, beyhude telaş
ve ıztırap.
daim:
devam eden, devamlı, sü-
rekli.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
divane:
deli, aklı başında olma-
yan, budala, alık.
endişe:
kaygı.
evlât:
veletler, çocuklar.
fazilet:
değer, meziyet, iman ve ir-
fan itibariyle olan yüksek derece.
feda:
gözden çıkarma, uğruna ver-
me.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
firak:
ayrılık, hicran.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzuları-
na dalmak.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca niyet,
kin.
hakikî:
gerçek.
hamiyet:
insanda bulunan din,
millet, bayrak, vatan gibi mukad-
des değerler ile kendi aile ve ya-
kınlarını koruma duygusu ve gay-
reti.
hane:
ev, mesken.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hüccet:
delil.
hürmet:
riayet, ihtiram.
ihlâs:
samimiyet, dürüstlük, doğ-
ruluk.
iman:
inanma, itikat.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma.
insaniyet:
insanlık mahiyeti, insan
olma hâli, insana yakışır davranış.
iptal-i his:
hissin iptali, duyarlılığı
yitirme.
karabet:
yakınlık, hısımlık, akra-
balık.
keder:
kaygı, acı, hüzün.
kıyasen:
kıyas yoluyla, kıyas ede-
rek.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
meselâ:
örneğin.
mes’ut:
saadetli, bahtlı, mutlu.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muvakkat:
geçici.
münasebet:
ilgi, alâka, yakın-
lık.
nevi:
çeşit, tür.
nispet:
oran, değer.
peder:
baba, ata.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
rıza-i İlâhî:
Allah’ın rızası, hoş-
nutluğu.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
saadet:
mutluluk.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
samimî:
içten, candan, gönül-
den, kalbî, menfaatsiz, riyasız.
samimîyet:
samimîlik, içten-
lik.
sefahet:
zevk, eğlence ve ya-
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
sevab-ı uhrevî:
ahirete ait se-
vap, ahirete yönelik hayırlı ha-
rekette bulunma, karşılığı ahi-
rette verilecek hayırlı iş işle-
me.
sükût:
değerden düşme, de-
ğerini yitirme.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız merha-
met.
tenvim:
uyutma, uyutulma.
valide:
ana, anne.
zan:
sanma, kesin olarak bil-
meksizin kuvvetli ihtimalle
hükmetme.
zeval:
sona erme, yok olma,
ölme