ve ileride uzun arzuları taşıyan zayıf kalbinde ve mukave-
metsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki, hayatı ve aklı, o
bîçareye alet-i azap ve işkence edeceği zamanda, ahiret
imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında on-
lardan saklandığı o endişeler yerinde bir sevinç ve geniş-
lik hissederek, der: “Bu kardeşim veya arkadaşım öldü,
cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyfeder, gezer.
Ve validem öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti. Yine be-
ni cennette kucağına alıp sevecek. Ve ben de o şefkatli
anneciğimi göreceğim” diye insaniyete lâyık bir tarzda
yaşayabilir.
Hem
insanın bir rub’unu teşkil eden ihtiyarlar, yakın-
da hayatlarının sönmesine ve toprağa girmelerine ve gü-
zel ve sevimli dünyalarının kapanmasına karşı, teselliyi
ancak ve ancak ahiret imanında bulabilirler
. Yoksa, o
merhametli muhterem babalar ve fedakâr şefkatli analar
öyle bir vaveylâ-i ruhî ve bir dağdağa-i kalbî çekecekler-
di ki, dünya onlara me’yusâne bir zindan ve hayat işken-
celi bir azap olurdu. Fakat ahiret imanı onlara der: “Me-
rak etmeyiniz! sizin ebedî bir gençliğiniz var, gelecek.
Ve parlak bir hayat ve nihayetsiz bir ömür sizi bekliyor.
Ve zayi ettiğiniz evlât ve akrabalarınızla sevinçlerle görü-
şeceksiniz. Ve ettiğiniz bütün iyilikleriniz muhafaza edil-
miş; mükâfatlarını göreceksiniz” diye, iman-ı ahiret on-
lara öyle bir teselli ve inşirah verir ki, her birinin yüz ih-
tiyarlık birden başlarına toplansa, onları me’yus etmez.
Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, heve-
satları galeyanda, hissiyata mağlûp, cür’etkâr akıllarını
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 71 |
sekiZinCi mesele
me’yus:
ümitsiz, yeise düşmüş,
ümidi kesilmiş, kederli.
me’yusâne:
ümitsizce, ümitsizlik-
le, ümitsiz bir şekilde.
muhafaza:
koruma.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
mukavemet:
karşı koyma, dayan-
ma, direnme, saldırı ve baskıyı yok
etmek için çalışma, direniş.
mükâfat:
iyi bir iş, hizmet veya
başarıdan ötürü verilen şey, ödül.
nev-i insan:
insan türü, insanoğlu.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
rahmet-i İlâhîye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
rub:
dörtte bir, çeyrek.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teselli:
avunma.
tesir:
etki.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
valide:
ana, anne.
vaveylâ-yı ruhî:
ruh çığlığı, ruhun
vaveylâsı, ruhun feryadı.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
zindan:
hapishane
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
alet-i azap:
azap, sıkıntı veren
unsur; azap aleti.
arzu:
bir şeye karşı duyulan is-
tek, heves.
azap:
eziyet, işkence.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cür’etkâr:
cesur, cesaretli, yi-
ğit, delikanlı, atılgan, gözü pek.
dağdağa-i kalbî:
kalbe ait sı-
kıntı, kalp sıkıntısı.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
endişe:
kaygı.
evlât:
veletler, çocuklar.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
galeyan:
coşma, çalkalanma,
azgınlık.
hevesat:
hevesler.
hissiyat:
hisler, duygular.
iman:
inanma, itikat.
iman-ı ahiret:
ahirete iman,
inanma.
insaniyet:
insanlık, bütün in-
sanlar.
inşirah:
sevinme, göğsün açı-
lıp sevinç ve huzura kavuştu-
rulması, ferahlama, rahatlama,
iç açılması.
işkence:
eziyet, azap, bir kim-
seye verilen maddî-manevî sı-
kıntı, zulüm.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
mağlûp:
boyun eğme, yenil-
me, yenilmiş olma.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, esirge-
mek.