Yoksa, sineğin sesini işitip hakk-ı hayatını vermekle fi-
ilen cevap verdiği hâlde, gök gürültüsü kuvvetinde beka-
ya ait hadsiz hukuk-ı insaniyenin, mezkûr yirmi hakikat-
ler lisanlarıyla edilen ve arşı ve ferşi çınlatan dualarını
işitmemek ve o hadsiz hukuku zayi etmek; ve sinek ka-
nadının intizamı şahadetiyle, sinek kanadı kadar israf et-
meyen bir hikmet bütün o hakikatlerin bağlandıkları in-
sanî istidadatı ve ebede uzanan emelleri ve arzuları ve o
istidat ve arzuları besleyen kâinatın pek çok rabıtalarını
ve hakikatlerini bütün bütün israf etmek öyle bir haksız-
lıktır ve imkân haricinde ve zalimâne bir çirkinliktir ki,
Hak
ve
Hafîz
ve
Hakîm
ve
Cemîl
ve
Rahîm
isimlerine
şahadet eden bütün mevcudat onu reddeder, “Yüz dere-
ce muhal ve bin vecihle mümtenidir” derler.
İşte, biz Hâlık’ımızdan haşre dair sorduğumuz suale,
Hak, Hafîz, Hakîm, Cemîl, Rahîm
isimleri cevap verip
derler: “Biz hak ve hakikat olduğumuz gibi ve hem bize
şahadet eden mevcudatın tahakkuku misillü, haşir haktır
ve muhakkaktır.”
Hem madem …
daha yazacaktım, fakat güneş gibi malûm olmasın-
dan, kısa kestim.
İşte, geçmiş misallerde ve mademlerdeki maddelere
kıyasen,
Cenab-ı Hakkın yüz, belki bin esmasının kâina-
ta bakan isimlerinin her birisi, nasıl ki mevcudattaki âyi-
ne ve cilveleriyle müsemmasını bedahetle ispat eder; ay-
nen öyle de, haşri ve dâr-ı ahireti de gösterirler ve
kat’iyetle ispat ederler.
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 63 |
yedinCi mesele
kıyasen:
kıyas yoluyla, kıyas ede-
rek.
kuvvet:
güç, kudret.
lisan:
dil.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahluklar.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
misal:
örnek.
misillü:
gibi, benzeri.
muhal:
imkansız.
mümteni:
imkansız, olamaz.
müsemma:
isimlendirilmiş, ad ve-
rilmiş.
rabıta:
münasebet, alâka, bağ.
Rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
red:
geri verme.
tahakkuk:
gerçekleşme, delil ile
ispat edilme, kesinleşme.
vecih:
cihet, yön.
zalîmâne:
zalimce, zulmedercesi-
ne.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
arş:
göğün en yüksek katı.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata
ihtiyaç olmayacak derecede
açıklık.
Cemîl:
güzellik sahibi olan zat,
Allah.
cilve:
tecelli, görüntü.
dair:
alakalı, ilgili.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
emel:
şiddet arzu, ümit.
ferş:
yeryüzü, zemin, dünya.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla
uygun ve hikmetle yaratan,
hikmet sahibi Allah.
hakk-ı hayat:
yaşama hakkı.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
hukuk:
haklar.
hukuk-ı insaniye:
insanî hak-
lar.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
insanî:
insana ait, insanla alâ-
kalı.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
israf:
gereksiz yere harcama,
ihtiyaçtan fazlasını harcama,
savurganlık.
istidadat:
istidatlar, kabiliyet-
ler, yetenekler.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.