Asâ-yı Mûsa - page 53

ve beka-i uhrevîyi Cenab-ı Hakkın binler vaat ve ahitle-
rine istinaden ilân edip mu’cizeleriyle doğru olduklarını
ispat ettikleri gibi, hadsiz ehl-i velâyet, keşif ile ve zevk
ile aynı hakikate imza basıyorlar; elbette o hakikat güneş
gibi zahir olur. Şüphe eden divane olur.
evet, bir fende ve bir sanatta mütehassıs bir iki zatın
o fen ve o sanata ait hükümleri ve fikirleri, onda ihtisası
olmayan bin adamın –hatta başka fenlerde âlim ve ehl-i
ihtisas da olsalar– muhalif fikirlerini hükümden ıskat et-
tikleri gibi; bir meselede, meselâ, ramazan hilâlini
yevm-i şekte ispat etmek ve “süt konservelerine benze-
yen ceviz-i Hindî bahçesi rûy-i zeminde var” diye dava
etmekte iki ispat edici, bin inkâr edici ve nefyedicilere
galebe edip davayı kazanıyorlar. Çünkü, ispat eden, yal-
nız bir ceviz-i Hindîyi veyahut yerini gösterse, kolayca
davayı kazanır. onu nefiy ve inkâr eden bütün rûy-i ze-
mini aramak, taramakla hiçbir yerde bulunmadığını gös-
termekle davasını ispat edebildiği gibi; cenneti ve dâr-ı
saadeti ihbar ve ispat eden yalnız bir izini, sinemada gi-
bi keşfen bir gölgesini, bir tereşşuhunu göstermekle da-
vayı kazandığı hâlde, onu nefiy ve inkâr eden bütün kâ-
inatı ve ezelden ebede kadar zamanları görmek ve gös-
termekle ancak inkârını ve nefyini ispat ile davayı kaza-
nabilir. Ve bu ehemmiyetli sırdandır ki, hususî bir yere
bakmayan ve imanî hakikatler gibi umum kâinata bakan
nefiyler, inkârlar –zatında muhal olmamak şartıyla– ispat
edilmez, diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstur-i esasî ka-
bul etmişler.
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 53 |
yedinCi mesele
imanî:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
istinaden:
istinat ederek, dayana-
rak, güvenerek, delil kabul ederek.
keşfen:
keşif yoluyla, gizli bir şe-
yin Allah tarafından birisine ilham
edilmesi yoluyla.
keşif:
Allah tarafından ilham edil-
me, kalp gözüyle görme.
meselâ:
örneğin.
mesele:
önemli konu.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
muhal:
imkansız.
muhalif:
zıt, karşıt.
mütehassıs:
ihtisası olan, ihtisas
sahibi, bir ilim dalında veya bir
meslekte derin bilgi sahibi olan,
işinin erbabı olan, uzman.
nefiy:
inkar etme, olumsuzlama.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
sır:
gizli hakikat.
tereşşuh:
sızıntı, damla.
umum:
bütün.
yevm-i şek:
Şaban-ı Şerif ayının
otuzuncu günü; Ramazan olması
zannedilip ancak hilâl görülmedik-
çe oruç tutulması münasip olma-
yan gün.
zahir:
açık, âşikar.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan
âlim:
çok okumuş, bilen, bilgi-
li, bilgin.
ceviz-i Hindî:
Hindistan cevizi.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan, budala, alık.
düstur-i esasî:
temel prensip,
esas düstur.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i ihtisas:
ihtisas sahipleri,
bir dala mensup olanlar, her
hangi bir sahada uzman olan-
lar.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştıran-
lar, gerçeğin peşinden giden-
ler.
ehl-i velâyet:
velî olanlar;
erenler, Allah’ın dostluğunu
kazananlar, velîlik sıfatını taşı-
yanlar.
ezel:
başlangıcı olmayan geç-
miş zaman, öncesizlik.
fen:
tecrübî, ispatla meydana
gelmiş ilimlere verilen genel
ad.
galebe:
galip gelme, yenme,
üstünlük.
hakikat:
gerçek, esas.
hilâl:
yeni ay.
hususî:
özel.
hüküm:
emir, buyruk.
ıskat:
düşürme, hükümsüz bı-
rakma.
ihbar:
haber verme, bildirme,
anlatma, duyurma.
ihtisas:
bir ilim veya sanat dalı
üzerinde derinleşme, bir saha-
da geniş bilgi sahibi olma, uz-
manlık.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
1...,43,44,45,46,47,48,49,50,51,52 54,55,56,57,58,59,60,61,62,63,...570
Powered by FlippingBook