gibi; koca kâinatı, bir hanesi misillü, insana musahhar ve
müzeyyen ve tefriş etmek ve o insanı halife-i zemin ede-
rek ve dağ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri
emanet-i kübrayı ona vermesi ve sair zîhayatlara bir de-
rece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitabat-ı
sübhaniyesine ve sohbetine müşerref eylemesi ile fevka-
lâde bir makam verdiği ve bütün semavî fermanlarda
ona saadet-i ebediyeyi ve beka-i uhrevîyi kat’î vaat ve ah-
dettiği hâlde, elbette ve hiçbir şüphe olmaz ki, bahar ka-
dar kudretine kolay gelen dâr-ı saadeti o mükerrem ve
müşerref insanlar için açacak ve yapacak ve haşir ve kı-
yameti getirecek” diye,
Muhyî
ve
Mümît
ve
Hayy
ve
Kayyum
ve
Kadîr
ve
Alîm
isimleri, Hâlık’ımızdan sorma-
mıza cevap veriyorlar.
evet, her baharda bütün ağaçları ve otların köklerini
aynen ihya ve nebatî ve hayvanî üç yüz bin nevi haşrin
ve neşrin numunelerini icat eden bir kudret, Muhammed
ve Mûsa Aleyhimessalâtü Vesselâmların her birinin üm-
metinin geçirdiği bin senelik zaman karşı karşıya haya-
len getirilip bakılsa, haşrin ve neşrin bin misalini ve bin
delilini iki bin baharda
(HaşİYe)
gösterdiği görülecek. Ve
böyle bir kudretten haşr-i cismanîyi uzak görmek, bin
derece körlük ve akılsızlıktır.
Hem, madem nev-i beşerin en meşhurları olan yüz
yirmi dört bin peygamberler ittifakla saadet-i ebediyeyi
yedinCi mesele
| 52 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA
HaşİYe:
sabık herbir bahar, kıyameti kopmuş, ölmüş ve karşısındaki
bahar onun haşri hükmündedir.
aht:
söz verme.
aleyhimessalatü vesselâm:
salât
ve selam o ikisinini üzerine olsun
anlamında dua.
Alîm:
her şeyi hakkıyla bilen Allah.
dâr-ı saadet:
saadet, mutluluk ye-
ri, cennet.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
emanet-i kübra:
büyük emanet,
en büyük emanet.
ferman:
emir, buyruk.
fevkalâde:
olağanüstü.
halife-i zemin:
yerin halifesi; dün-
yadaki bütün varlıklar üzerinde ta-
sarruf eden.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
haşiye:
dipnot.
haşr-i cismanî:
cisimle, cesetle di-
rilme, ruhla beraber bedenlerin ve
vücutların haşri.
Hay:
gerçek hayat sahibi olan, Al-
lah.
hayalen:
hayal olarak, hayâlî bir
şekilde, zihinde tasarlayıp canlan-
dırarak.
hayvanî:
hayvanla ilgili, hayvana
ait.
hitabat-ı sübhaniye:
Allah’ın ku-
sursuz ve noksansız konuşması.
ihya:
diriltme, hayat verme.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
Kadîr:
kudret sahibi olan ve her
şeye gücü yeten Allah.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
Kayyum:
kaim olan, yarattıkların-
dan her şeyin üzerinde kaim olan
ve dilediği gibi onları idare eden.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte yı-
kılıp mahvolması.
makam:
manevî mevki.
mertebe:
derece, basamak.
meşhur:
şöhretli, herkesin bil-
diği, yaygınlık kazanmış.
misillü:
gibi, benzeri.
Muhyî:
ölüleri dirilten, hayat
veren Allah.
musahhar:
boyun eğen, emir
altına giren, istenilen hâle ko-
nulmuş.
mükerrem:
aziz, saygıdeğer,
muhterem.
Mümit:
diriltip can verdiğini
vakti gelince öldüren Cenab-ı
Hak.
müşerref:
şerefli, yüce.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş,
süslü.
nebatî:
bitkisel, bitki ile ilgili,
bitkiye ait.
nev’i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nevî:
çeşit, tür.
peygamber:
Allah tarafından
haber getirerek İlahî emir ve
yasakları insanlara tebliğ eden
elçi, nebi.
sâir:
diğer, başka, öteki.
semavî:
Allah tarafından olan,
İlâhî.
tahammül:
kötü, güç durum-
lara karşı koyabilme gücü, kal-
dırma.
tefriş:
serme, yayma, döşeme.
ümmet:
hak dine davet et-
mek için Allah tarafından ken-
dilerine peygamber gönderi-
len ve bu peygambere inanıp
bağlanan cemaat, topluluk.
vaad:
söz verme, aht.
zabit:
subay, askere kumanda
eden rütbeli asker.
zîhayat:
hayat sahibi.