fenâya düşmek ve ademe sukut etmek ve hiçlikte mah-
volmak ve başta nev-i beşer olarak zîhayatlar, idam edil-
mek için yaratılmamışlar. Belki bekaya terakki ile ve de-
vama tasaffi ile ve sermedî vazifeye istidadıyla girmek
için halk olunduklarını gayet kuvvetli ispat eder.
evet, her baharda müşahede ediyoruz ki; güz mevsimi
kıyametinde vefat eden hadsiz nebatat, bahar haşrinde
her bir ağaç, her bir kök, her bir çekirdek, her bir to-
hum,
(1)
r
än
ôp
°ûo
f o
?o
ë°t
üdG Gn
Pp
Gn
h
ayetini okuyup bir manasını,
bir ferdini kendi diliyle, geçmiş senelerde gördüğü vazi-
fenin misalleriyle tefsir ederek o azametli hafîziyete şa-
hadet eder.
(2)
o
øp
WÉn
Ñdr
Gn
h o
ôp
gÉs
¶dGn
h o
ôp
N'
’r
Gn
h o
?s
hn
’r
G n
ƒo
g
ayetinde-
ki dört muazzam hakikatleri her şeyde gösterip, hafîziye-
ti azamî derecede ve haşri bahar kolaylığında ve kat’iye-
tinde bizlere ders verir.
evet, bu dört ismin cilveleri, en cüz’îden en küllîye ka-
dar cereyan ederler. Meselâ, nasıl ki, bu ağacın menşei
olan bir çekirdek,
o
?s
hn
’r
Gn
ismine mazhariyetle o ağacın
gayet mükemmel programını ve icadının noksansız ciha-
zatını ve teşekkülünün bütün şeraitini cami bir kutucuk-
tur ki, hafîziyetin azametini ispat eder.
o
ôp
N'
’r
Gn
h
ismine mazhar olan meyvesi ise, çekirdekleriy-
le o ağacın işlediği bütün fıtrî vazifelerinin fihristesini ve
amellerinin listesini ve hayat-ı saniyesinin düsturlarını ih-
tiva eden bir sandukçadır ki, azamî derecede hafîziyete
şahadet eder.
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 57 |
yedinCi mesele
az.
düstur:
kanun, kaide.
Evvel:
herşeyden önce var olan ve
yaratıkların önceki hâllerine de
hükmeden Allah.
fenâ:
yok olma, ölümlülük, geçici-
lik.
fihriste:
bir kitapta bulunan şeyle-
ri sırayla gösteren liste, katalog.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan.
güz:
sonbahar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hafîziyet:
Cenab-ı Hakk’ın her
mahlûkun başına gelecek vaziyet-
leri ve başından geçenleri muhafa-
za etme sıfatı.
hakikat:
gerçek, esas.
halk:
yaratma, yaratış.
haşir:
yeniden dirilip toplanmak,
ikinci diriliş.
hayat-ı sâniye:
ikinci hayat, ahi-
ret.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
idam:
yok olma.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte yı-
kılıp mahvolması.
küllî:
umumî, genel.
mahvolma:
yok olma, ortadan
kalkma, batma.
mazhar:
İlahî tecellilerin göründü-
ğü yer.
mazhariyet:
görünme ve tezahür
yeri olma.
menşe:
esas, kaynak.
muazzam:
çok büyük, ulu, yüce.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
nebatat:
bitkiler.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
sandukça:
küçük sandık.
sermedî:
ebedî, daimî, sürekli.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şerait:
şartlar.
tasaffi:
saflaşma, durulaşma, te-
mizlenme.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, Kur’ân’ın şerhi.
terakki:
yükselme, ilerleme.
teşekkül:
şekillenme, meydana
gelme.
vâkıf:
bir şeyi elde eden, bir işten
haberli olan.
Zahir:
bütün varlıkların dış yüzünü
yaratan ve dışına da hükmeden”
mânâsında Allah’ın ismi.
zîhayat:
hayat sahibi.
1.
Amel defterleri açıldığında (Tekvir Suresi: 10.)
2.
O Evvel’dir; başlangıcı olmadığı gibi bütün varlıkların başlangıcı da Onun ilim ve kudretine
bağlıdır. O Ahir’dir; sonu olmadığı gibi bütün varlıkların neticesi Ona bakar ve dönüşü Ona-
dır. O Zahir’dir; varlık ve birliğinin delilleri herşeyde ap açık görünür ve bütün varlıklar dış
görünüşleri ve sanatlı yapılışlarıyla Onun kudret ve sanatına şahitlik eder. O Bâtın’dır her-
şeyin hakikatine vâkıftır ve herşeyin içyüzü Onun kudret ve hikmetine şahitlik eder. (Ha-
did Suresi: 3.)
adem:
yokluk.
Ahir:
herşeyden sonra da var
olan, varlıkların sonrasına da
hâkim olan Allah.
amel:
fiil, iş.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
azamet:
büyüklük, yücelik.
azamî:
en fazla, en çok, niha-
yet derecede.
bâtın:
bütün varlıkların içini
yaratan ve dahiline hükme-
den Allah.
beka:
ebedîlik, sonsuzluk.
cami:
cem eden, toplayan, içi-
ne alan.
cereyan:
akma, bir tarafa doğ-
ru akış.
cihazat:
cihazlar, uzuvlar, or-
ganlar.
cilve:
tecelli, görüntü.
cüz’î:
az, parçaya ait olan, pek