kışlanın misalinde ve emre itaatinde, koca semavat ve
küre-i arz, sultan-ı ezelî’nin askerlerine iki mutî kışla gi-
bi, ne vakit Hazret-i İsrafil Aleyhisselâmın borusuyla o
kışlalarda ölüm ile yatanlar çağrılsa, derhal ceset libasla-
rını giyip dışarı fırlamalarını ispat edip gösteren her ba-
harda arz kışlası içindekiler, melek-i ra’dın borusuyla ay-
nı vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaşılan bir
saltanat-ı rububiyet, elbette ve elbette ve her hâlde ve hiç
şüphe getirmez ki, onuncu sözde ispatına binaen, o
rahmet ve hikmet ve inayet ve adalet ve saltanat-ı serme-
diyenin gayet kat’î istedikleri dâr-ı ahiret ve daire-i haşir
ve neşrin açılmamasıyla, o nihayetsiz cemal-i rahmet ni-
hayetsiz bir çirkin merhametsizliğe inkılâp etmesi; ve o
hadsiz kemal-i hikmet hadsiz kusurlu abesiyete ve fayda-
sız israfata dönmesi; ve o gayet şirin inayet gayet acı iha-
netlere değişmesi; ve o gayet mizanlı ve hakkaniyetli
adalet, gayet şiddetli zulümlere kalbolması; ve o gayet
derecede haşmetli ve kuvvetli saltanat-ı sermediye sukut
etmesi ve haşrin gelmemesiyle bütün haşmeti kaybolma-
sı; ve kemalât-ı rububiyeti acz ve kusur ile lekedar olma-
sı hiçbir cihet-i imkânı yok, hiçbir akıl ihtimal vermez,
yüz muhal içinde birden bulunur, daire-i imkân haricin-
de, batıl ve mümtenidir. Çünkü, nazenin ve nazdar
beslediği ve akıl ve kalp gibi cihazatla saadet-i ebediyeye
ve ahirette beka-i daimîye iştiyak hissini verdiği hâlde,
onu ebedî idam etmek ne kadar gadirli bir merha-
metsizlik; ve onun yalnız dimağına yüzer hikmetler ve
faydalar taktığı hâlde, onu dirilmemek üzere bütün
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 55 |
yedinCi mesele
tün insanların bir yere toplanma-
ları, Allah’ın ölüleri diriltip mahşere
çıkarması.
idam:
yok olma.
ihanet:
hainlik, kötülük etme, ar-
kadan vurma.
ihtimal:
olabilirlik.
inkılâp:
bir halden başka bir hale
geçme, değişme, dönüşme.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
israfat:
israflar, lüzumsuz yere
harcamalar.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla arzu
etme.
itaat:
boyun eğme, uyma, alınan
emre göre hareket etme.
kalbolma:
bir halden diğer bir ha-
le geçme, dönüşme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kemalât-ı rububiyet:
Cenab-ı Al-
lah’ın terbiye ediciliği ve idare edi-
ciliğinin mükemmellikleri.
kemal-i hikmet:
hikmetin mü-
kemmelliği, tam ve eksiksiz bir
hikmet, mükemmel hikmet ve ga-
ye.
kusur:
eksiklik, noksan.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
lekedar:
lekeli, lekelenmiş.
libas:
elbise.
melek-i ra’d:
gök gürültüsü ile va-
zifeli, görevli melek.
misal:
benzer, örnek.
mizan:
ölçü, ayar.
muhal:
imkansız.
mümteni:
imkansız, olamaz.
nazdar:
nazlı.
nazenin:
nazlı, nazik, narin, ince
yapılı.
neşir:
kıyamet günü bütün ölüle-
rin dirilmesi.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
saltanat-ı sermediye:
Sonsuz sal-
tanat.
semavat:
semalar, gökler.
sultan-ı Ezelî:
ezelî sultan; kudret,
kuvvet ve hükümranlığının baş-
langıcı olmayan Allah.
sükût:
değerden düşme, değerini
yitirme.
vaziyet:
durum.
zulüm:
haksızlık
abesiyet:
faydasız, boş, lü-
zumsuz ve gayesiz oluş.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
arz:
yer, dünya.
batıl:
boş ve manasız olan,
gerçeğe uymayan, doğru ve
haklı olmayan.
beka-i daimî:
devamlı olan
sonsuzluk.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cemal-i rahmet:
Rahmetin
güzelliği, İlâhî rahmetteki gü-
zellik.
ceset:
ölü vücut, naaş.
cihet-i imkân:
mümkün olma
yönü, imkân tarafı. bir şeyin
olabirlirlik tarafı, yönü.
daire-i haşir:
haşir dairesi,
haşrin bütün mertebe, derece
ve numunelerini içine alan da-
ire.
daire-i imkân:
imkân dahilî.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
dimağ:
akıl, şuur.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
gadir:
zulüm, hainlik.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakkaniyet:
hak ve adâlete
uygunluk.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
haşmet:
ihtişam, heybet, bü-
yüklük.
haşmetli:
ihtişamlı, gösterişli,
heybetli.
haşir:
kıyametten sonra bü-