İşte şu arkasında şems-i saadeti telvih eden ve temayül ve incizab ve imtizâca yüz tutan lemaat-ı meşverettir ki bana Meşrutiyet hükûmetini bu kadar sevdirmiştir.
(Dünden devam)
Suâl: “İnşaallah, tâliimiz varsa biz de göreceğiz. Bize tevekkül kâfi değil midir?”
Cevap: Bîçare tâliinize siz de yardım etmelisiniz. Bağdat tarrarları gibi olmayınız. Sizin atalet bahanesi olan şu teşebbüssüz tevekkülünüz, nizam-ı esbabı reddettiğinden, kâinatı tanzim eden meşiete karşı temerrüd demektir. Şu tevekkül, döner, nefsini nakzeder.
Suâl: “Şimdi fenalığı da görüyoruz, iyiliği de görüyoruz. Meşrutiyetin âsârı hangisi, ötekisinin âsârı hangisidir?”
Cevap: Ne kadar iyilik var, Meşrutiyetin ziyâsındandır; ne kadar fenalık var, ya eski istibdadın zulmetinden, yahut Meşrutiyet namıyla yeni bir istibdadın zulmündendir. Geri kaldı; tâ taziyeden sonra veda edip, pederini takip etsin. Fakat emin olunuz, ziyâ galebe çalacaktır.
Suâl: “Meşrutiyeti pek çok i’zam ediyorsun. Eskiden rey-i vâhid idi, milletten suâl yok idi; şimdi meşverettir, milletten suâl edilir. Millet, ‘Ne için?’ der; ona, ‘Ne istersin?’ denilir, işte bu kadar. Daha nedir, o kadar ilâveyi takıyorsun?”
Cevap: Zaten şu nokta bütün cevaplarımı tazammun etmiş. Zira Meşrutiyet hükûmete düştüğü vakit, fikr-i hürriyet Meşrutiyeti her vecihle uyandırır. Her nevide, her taifede onun sanatına ait bir nevi Meşrutiyeti tevlid eder. Hatta ulemada, medariste, talebede bir nevi Meşrutiyeti intâc eder. Evet, her taifeye ona mahsus bir Meşrutiyet, bir teceddüd ilham olunuyor. İşte şu arkasında şems-i saadeti telvih eden ve temayül ve incizab ve imtizâca yüz tutan lemaat-ı meşverettir ki bana Meşrutiyet hükûmetini bu kadar sevdirmiştir. Bence taklidin temelini atıp, ihtilâfâtı çıkarmakla, Mu’tezile, Cebriye, Mürcie, Mücesseme gibi dalâlet fırkalarını İslâmiyetten intâc eden, mesâil-i diniyedeki istibdad-ı ilmîdir ve nefsü’l-emirde mukayyed olan şeyde ıtlaktır. (HÂŞİYE: Dikkat lâzımdır.) Meşrutiyet-i ilmiye hakkıyla teessüs etse, meyl-i taharri-i hakikatin imdadıyla, fünun-u sadıkanın muavenetiyle, insafın yardımıyla, şu fırak-ı dâlle Ehl-i Sünnet ve Cemaate dâhil olacakları kaviyyen me’muldür. Şu fırkalar, eğer, çendan bir hizb olarak görünmüyor, fakat efkârda tahallül ederek münteşiredir. Herkesin dimağında onların meylettiği mesleğe meyelân bulunabilir. Hatta eğer bir dimağ büyütülse, maânî tecsim edilirse, şu fırak, sinematografvârî (HÂŞİYE: Kürtlere medeniyetin garabetini zikrettiğim sırada sinematografı tarif etmiştim.) o dimağda temessül ettiği görülecektir. Şu kıssa uzundur, makamı değil; siz suâllerinizi ediniz.
Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat, s. 164