Ecnebîlerin bir kısmı, nasıl kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar, onun bedeline çürük bir fiyat verdiler; aynen öyle de, yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye temas eden seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar, terakkîlerine medar ettiler. Ve onun fiyatı olarak bize verdikleri, sefihâne ahlâk-ı seyyieleridir, sefihâne seciyeleridir.
Meselâ, bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem, milletim sağ olsun. Çünkü, milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem var.” İşte bu kelimeyi bizden almışlar. Ve terakkiyatlarında en metin esas da budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise din-i haktan ve iman hakikatlerinden çıkar. O, bizim, ehl-i imanın malıdır. Halbuki, ecnebîlerden içimize giren pis ve fena seciye itibarıyla, bir hodgâm adam bizde diyor: “Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.” İşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor, ahireti bilmemekten geliyor; hariçten içimize girmiş, zehirliyor.
Hem o ecnebîlerin, bizden aldıkları fikr-i milliyetle, bir ferdi bir millet gibi kıymet alıyor. Çünkü bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.
Bazılarımızdaki dikkatsizlikten ve ecnebîlerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber herkes “Nefsî, nefsî” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle, menfaat-i şahsiyesini düşünmekle, bin adam bir adam hükmüne sukut eder.
“Men kâne himmetühû nefsehû...” Yani: “Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil. Çünkü insanın fıtratı medenîdir. Ebna-i cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.” Meselâ, bir ekmeği yese, kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü; ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi, bir postla yaşayamadığından, ebna-i cinsiyle fıtraten alâkadar olduğundan ve onlara manevî bir fiyat vermeye mecbur bulunduğundan, fıtratıyla medeniyetperverdir. Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, masum olmayan cani bir hayvan olur. Bir şey elinden gelmese, hakikî özrü olsa, o müstesna!
Eski Said Dönemi Eserleri (Hutbe-i Şamiye), s. 256
LÛGATÇE:
ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk.
ebna-i cins: aynı cinsten olanlar.
ecnebî: yabancı; başka dinden ve milletten olan.
hodgâm: kendi keyfini düşünen, bencil.
seciye: tabiat, tıynet, karakter.
sefihâne: alçakçasına, rezilce, âdi, aşağılık, bayağı.
terakkî: ilerleme, yükselme, gelişme.